7 Aralık 2015 Pazartesi

İngilizce Deyimler ve İfadeler 62

to come into one's own 

to come into your own/its own

= to be your natural best, to find your voice, to realize your potential, to discover one's inner strength
    to become very good/useful/successful or important in a particular situation
    to have the opportunity to show how good/effective or useful you are or something is
    to reach a point in one's development where one's comfortable with one's self
    to begin to have the kind of success that you are capable of having : to become very skillful, successful, etc.
    to become independent; to be recognized as independent and capable, usually after much effort or time
    to obtain rightful recognition or prosperity

= layık olduğu/hak ettiği yere gelmek
    kendini göstermek/kanıtlamak, rüşdünü ispatlamak, potansiyelini göstermek, kendini bulmak
    sivrilmek, öne çıkmak, dikkat çekmek
    yeteneği takdir edilmek/kabul edilmek, itibar kazanmak/sahibi olmak
    çok iyi/yararlı/faydalı olmak, çok işe yaramak, çok iş görmek, avantaj sağlamak
    bağımsızlığını kazanmak, kendi ayakları üstünde durmaya başlamak, kendini toparlamak

kendini göstermek potansiyelini açığa çıkarmak
come into your own English phrase
* She has really started to come into her own recently.
  (Son zamanlarda yeteneğini/gerçek potansiyelini iyice göstermeye/ortaya koymaya başladı.)

* The town comes into its own during the wine festival.
  (Şarap festivalinin kasabaya/şehre büyük getirisi/avantajı oluyor.)

* Technology came into its own during the last century.
  (Teknoloji son yüzyılda/asırda sivrildi/kendini gösterdi/ön plana çıktı.)

* Mexico will come into its own as a vacation spot.
  (Meksika bir turizm merkezi olarak kendini kabul ettirecek/layık olduğu yere/konuma gelecek.)

* All I'm saying is you're finally in a place where you're coming into your own.
  (Tek söyleyebileceğim sonunda/nihayet kendini gösterebileceğin/kanıtlayabileceğin bir yerdesin/konumdasın.)

* I'm so pleased to see you coming into your own.
  (Hak ettiğin yere geldiğini/Kendini kanıtladığını görmek beni çok sevindirdi/mutlu etti.)

* You were never gonna come into your own when he was around.
  (O yanında/çevrende/yakınında olduğu sürece asla kendini gösteremeyecektin/kendi ayakların üzerinde duramayacaktın.)

* After five years in medicine, he came into his own. He became an excellent doctor.
  (Tıp alanında geçen/Doktorlukla geçen beş seneden sonra kendini kanıtladı/ne kadar başarılı olduğunu gösterdi. Harika bir doktor oldu.)

* The company was struggling for many months, but now it really seems to be coming into its own.
  (Firma aylardır ayakta kalma/batmama mücadelesi veriyordu/zor durumdaydı ama artık toparlanmış/düzlüğe çıkmış gibi görünüyor.)

* In the wintry conditions the Norwegian team really came into their own.
  (Kışa özgü koşullarda/Kış şartlarında Norveç takımı/ekibi çok etkili/başarılı olduklarını/üstün olduklarını gösterdi/kanıtladı.)

* On bad roads this little car really comes into its own.
  (Bozuk yollarda bu küçük araba büyük avantaj sağlıyor/çok işe yarıyor.)

* Since he was appointed to vice-president, he's really come into his own.
  (Başkan yardımcılığına atandığından/getirildiğinden beri kendini/potansiyelini/ne kadar başarılı/yetenekli biri olduğunu gösteriyor/ortaya koyuyor.)

* Keep working hard. One day you'll come into your own.
  (Çok çalışmaya devam et. Bir gün hak ettiğin yere geleceksin/kendini gösterme fırsatı yakalacaksın.)

* Ferragamo came into his own in last Sunday's match, scoring three goals in the first half.
  (Ferragamo son Pazar günkü maçta ilk yarıda üç gol atarak kendini/potansiyelini gösterdi/kanıtladı.)

* When the traffic's this bad, a bicycle really comes into its own.
  (Trafiğin böyle/bu şekilde kötü/berbat olduğu zamanlarda, bir bisiklet çok işe yarıyor/iş görüyor/avantajlı oluyor.)

* On icy roads, a four-wheel drive vehicle really comes into its own.
  (Buzlu yollarda dört çeker bir aracın büyük avantajı oluyor/dört çeker bir araç çok işe yarıyor.)

* Cars are banned from the city centre so a bicycle really comes into its own here.
  (Arabalar şehir merkezine giremiyor/Arabaların şehir merkezine girmeleri yasak, bu yüzden burada bisikletin çok faydası oluyor/avantajı var.)

* She really came into her own when she got divorced.
  (Boşandığı zaman kendini buldu/kendine geldi/kendi ayakları üzerinde durmaya başladı.)

* Maria is coming into her own as a concert pianist.
  (Maria konser piyanisti olarak kendini kanıtlamaya başladı/rüşdünü ispatlıyor.)

* By the time he was 25, Fox had come into his own as an international soloist.
  (25 yaşına gelmeden Fox uluslararası bir solist olarak kendini kanıtlamıştı/bir itibar sahibi olmuştu.)

* DVD has finally come into its own since its birth in 1994.
  (DVD 1994 senesindeki icadından/ilk üretiminden beri/bu yana sonunda/nihayet hak ettiği yere geldi/itibarı görmeye başladı.)

* He is a writer who has at last come into his own.
  (O sonunda/nihayet kendini kanıtlamayı/göstermeyi başaran bir yazardır.)

* She finally came into her own as a sculptor of the first magnitude.
  (Sonunda alanının en iyi heykeltıraşı olarak rüşdünü ispatladı/kendini kanıtladı.)

* Jill was a shy, awkward girl, but when she went to college she started to come into her own.
  (Jill utangaç ve garip bir kızdı/kızın tekiydi ama üniversiteye gidince gerçek potansiyelini/kişiliğini bulmaya/göstermeye başladı.)

* The two folk languages will at last come into their own.
  (İki akraba dil/Aynı kökene sahip iki dil sonunda layık oldukları yere gelecekler/hak ettikleri itibarı görecekler.)

* The serial composers have finally come into their own.
  (Dizi yazarları/senaristleri sonunda kendilerini gösterebildiler/hak ettikleri yere gelebildiler/itibar görmeye başladılar.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder