5 Aralık 2015 Cumartesi

İngilizce Deyimler ve İfadeler 59

to come into (2)


= (informal) to influence a situation
    to be important or relevant in a particular situation
    If a particular emotion or quality comes into a situation, it influences that situation
    If someone or something comes into a situation, they have a role in it
 
= (resmi olmayan konuşma dili)
    etkilemek, etki yapmak
    karışmak, dahil olmak, devreye girmek
    önemli olmak, mühim olmak, önem arz etmek
    bir şeyde rolü olmak, bir şeyin parçası olmak, ilgili olmak

ingilizce etkilemek ilgili olmak önemli olmak
come into phrasal verb English


* Deciding who to hire should be a business decision. You shouldn't allow personal feelings to come into it.
  (İşe kimin alınacağına karar vermek bir iş kararı/profesyonel bir karar olmalıdır. Kişisel duygularının bunu/kararınızı etkilemesine izin vermemelisiniz/duygularınızı bu karara karıştırmamalısınız.)

* The argument was over artistic freedom – money never came into it.
  (Tartışma sanatsal özgürlük üzerineydi, para asla tartışmaya dahil olmadı/tartışmada para mevzusu hiç geçmedi.)

* She married for money - love didn't come into it.
  (Para için/uğruna evlendi, evlenirken/evlilik kararı alırken aşka/sevgiye bakmadı.)

* I've worked very hard to pass this exam—luck doesn't come into it.
  (Bu sınavı geçmek için çok/sıkı çalıştım, şansla bir ilgisi yok/sınav sonucunda şansın bir etkisi yok.)

* Josie doesn't come into the movie until quite near the end.
  (Josie bir tek filmin sonuna doğru görünüyor.)
  (Josie'nin bir tek sonlara doğru filmde rolü var.)

* Where do I come into all this?
  (Ben bu işin/tüm bunların neresindeyim/Benim bu işte rolüm ne?)

* Money doesn't really come into it.
  (Paranın bununla bir ilgisi yok/Para hiç önemli değil/Para mevzu bahis değil.)

* Money doesn't come into it; I simply will not do it under any circumstances.
  (Para önemli değil/Bunun parayla bir ilgisi yok, lafı dolandırmadan söylüyorum, hiçbir şekilde/surette yapmayacağım.)

* We don't really know where Hortense comes into all this.
  (Tüm bunlarda Hortense'nin rolü/payı ne, hiç bilmiyoruz.)

* I promoted Kate because she was the best person for the job and the fact that she is my daughter didn't come into.
  (Kate'i terfi ettirdim çünkü iş için en iyi/uygun kişi/isim oydu ve aslına bakarsan/doğrusu onun kızım olması bu kararda etkili olmadı.)

* She's rich because she's good at what she does. Luck doesn't come into it.
  (Yaptığı işte iyi/başarılı olduğu için zengin biri. Bunun/Zengin olmasının şansla bir ilgisi yok.)

* Cool it, David, your money doesn't come into the problem.
  (Sakin ol David, paranın sorunla bir ilgisi yok.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder