1 Ekim 2015 Perşembe

İngilizce Deyimler ve İfadeler 23

be willing to do something


= to be incredibly eager/prepared to do something
    used when we talk about something that we don’t really want to do but, under the right circumstances, we will agree to do.
    to be happy to do something if it is needed
    to be disposed/inclined/prepared

= bir şeyi yapmaya hazır/istekli/can atıyor/gönüllü olmak
    istekli olmak, göze almış olmak
    niyetli/niyetinde olmak, gönüllü olmak
    amade/hazır/razı olmak

ingilizce türkçe razı hazır istekli hevesli gönüllü olmak
be willing to do something


* He's willing to pay a lot of money for that house.
  (O ev için çok para ödemeye/vermeye hazır/razı.)

* People are always willing to believe the worst about others.
  (İnsanlar daima/her zaman başkaları hakkındaki kötü şeylere inanmaya hazırdırlar.)

* He was willing to admit he was wrong, but he wasn't going to grovel.
  (Hatasını/Hatalı olduğunu kabul etmeye hazırdı ama kendisini de küçültmeyecekti/küçük düşürmeyecekti.)

* If you are willing to learn a language, you should make it a part of your life.
  (Eğer dil öğrenmeye istekliysen, onu hayatının bir parçası yapman gerekir/yapmalısın.)

* I am willing to leave it to the majority.
  (Çoğunluğun kararına bırakmaya razıyım/hazırım/bırakmak istiyorum.)

* I am willing to overlook your mistakes.
  (Hatalarını hoşgörmeye/görmezden gelmeye hazırım.)

* If you want something you've never had, you must be willing to do something you've never done.
  (Hiç sahip olmadığın bir şey istiyorsan, hiç yapmadığın bir şeyi yapmaya hazır/istekli olmak/yapmayı göze almak zorundasın.)

* If you aren't willing to learn, no one can help you. If you are determined to learn, no one can stop you.
  (Eğer öğrenmeye hevesin yoksa/hevesli değilsen, kimse sana yardım edemez. Eğer öğrenmeye kararlıysan, kimse seni durduramaz/sana engel olamaz.)

* To find peace, you have to be willing to lose your connection with the people, places, and things that create all the noise in your life.
  (Huzur bulmak/Huzura ermek istiyorsanız, hayatınızda tantanaya sebep olan tüm işler, yerler ve insanlarla ilişkilerinizi/bağlantılarınızı koparmayı göze almak zorundasınız.)

* You can only grow if you’re willing to feel awkward and uncomfortable when you try something new.
  (Yeni bir şeyler denediğinde aptalca/garip hissetmeyi ve rahatsızlık duymayı/sıkılmayı göze alırsan işte ancak o zaman büyüyebilirsin.)

* If you’re not willing to put in the effort, don’t expect anything in return.
  (Çaba/Gayret göstermeyi göze alamıyorsan/göstermeye hazır/razı değilsen, bir şey elde etmeyi bekleme.)

* No one can motivate you if you are not willing to do it for yourself.
  (Kendin için yapmaya istekli/hevesli değilsen, kimse seni onun için motive edemez.)

* If you are not willing to risk it all, you don’t want it bad enough.
  (Tüm riskleri göze alamıyorsan/risklere girmeye niyetli değilsen, yeterince çok istemiyorsun demektir/çok istemediğini gösterir.)

* Not everyone who started with you will finish with you. Be willing to go without them if you have to.
  (Başlarken yanında olan herkes bitirirken yanında olmayacak. Şayet mecbur kalırsan onlarsız devam etmeyi göze al/etmeye hazır ol.)

* Don't be shy when speaking English. You must be willing to try.
  (İngilizce konuşurken utanma/sıkılma. Denemeyi/Çabalamayı göze almak/çabalamaya hazır olmak zorundasın.)

* There are some questions which they will not be willing to answer.
  (Cevap vermek istemeyecekleri bazı sorular var.)

* Are you sure if she is willing to come with us? She seems a little unhappy.
  (Onun bizimle gelmek isteyip istemediğinden emin misin? Biraz mutsuz görünüyor.)

* I do not think you will get the job, but I am willing to meet with you because you have good references.
  (İşi alacağını/işe gireceğini sanmıyorum ama iyi/sağlam referansların olduğu için seninle görüşmek istiyorum.)

* I'd be willing to eat a cockroach if you gave me $1000, but I wouldn't be willing to do it for less money than that.
  (Eğer bana $1000 verirsen hamam böceği yemeye razı olurum/yemeyi kabul ederim, ama bundan daha az bir paraya razı olmam/kabul etmem.)

* I'm willing to go on business trips for this job, but only if my salary is very high.
  (Bu işin gereği iş seyahatlerine gitmeye/çıkmaya hazırım/razıyım ama maaşımın yüksek olması kaydıyla/şartıyla.)

* I asked my friend if he'd be willing to lend me his car for this weekend, but he said he wasn’t.
  (Arkadaşıma bu hafta sonu için arabasını bana vermek isteyip istemediğini sordum ama o hayır dedi/vermek istemediğini söyledi.)

* A: If you get this job, you might have to move to our branch in London. Would you be willing to do that?
  (Bu işe girersen, Londra şubemize geçmek/transfer olmak zorunda kalabilirsin. Buna hazır mısın/razı olur muydun/böyle bir şeyi kabul eder misin/Bu senin için sorun olur mu?)
  B: Yes, I’m willing to do that. (OR) No, I’m not willing to do that because my family lives here.
  (Evet, buna hazırım/benim için sorun olmaz/bunu sorun etmem. (ya da) Hayır, ailem burada yaşadığı için bunu kabul edemem.)

* Would you be willing to spend a few moments speaking with me?
  (Benimle bir süre/müddet/biraz konuşmak/sohbet etmek ister misin?)

* I am willing to go to lunch now because the queue will get very long later.
  (Öğle yemeğine şimdi gitmek istiyorum çünkü daha sonra kuyruk/sıra çok uzun oluyor.)

* I wasn't willing to accept every item on the list.
  (Listedeki her maddeyi kabul etmek istemiyordum.)

* I am looking for someone who is willing to teach me the basics of speaking Turkish.
  (Bana Türkçe konuşmanın temel bilgilerini öğretmeye gönüllü birini arıyorum/birine ihtiyacım var.)

* They are very willing to give her the chance she needs
  (İhtiyacı olduğu/İstediği şansı/fırsatı ona vermek/tanımak için çok istekliler.)

* Are you willing to persevere until you get to your intended destination?
  (Belirlediğin yolun sonuna/hedefe ulaşana kadar sabretmeye/vazgeçmemeye hazır mısın/razı mısın?)

* Tom was willing to sacrifice everything for you.
  (Tom senin için herşeyini feda etmeye hazır.)

* I'm willing to finish the report myself, but you'll have to give me more time.
  (Raporu kendim/kendi başıma bitirmeye hazırım, ama bana biraz daha zaman vermen lazım/gerekiyor.)

* If you're willing to fly at night, you can get a much cheaper ticket.
  (Eğer gece/geç saatlerde uçmaya razıysanız/gece uçmak sizin için sorun değilse, çok daha ucuza bilet alabilirsiniz.)

* I am willing to take your offer.
  (Siparişinizi almaya hazırım.)

* I'm willing to accept your offer.
  (Teklifinizi kabul etmek istiyorum/edeceğim/ediyorum.)

* I'm willing to forget the past.
  (Geçmişi unutmaya hazırım/Geçmişi unutmak/geride bırakmak istiyorum.)

* I'm willing to quit if you want me to.
  (Eğer istiyorsan bırakmaya/istifa etmeye hazırım.)

* I'm sure Tom won't be willing to work late.
  (Tom'un geç saatlere kadar çalışmayı/mesaiye kalmayı istemeyeceğine eminim.)

* I'm willing to give you another chance.
  (Sana bir şans daha vermeye hazırım/vermek istiyorum/vereceğim.)

* If you got a better idea, I'm willing to listen.
  (Daha iyi bir fikrin varsa/Aklına daha iyi bir fikir geldiyse, dinlemeye hazırım/buyur/söyle dinleyeyim.)

* I don't want to give them any reason to think I'm not willing to do my job.
  (İşimi isteksizce yaptığımı düşünmeleri için onlara bir neden/sebep/koz vermek istemiyorum.)

* Even if I don't get a high salary, I'm not willing to quit this way of making a living.
  (Maaşım yüksek olmasa da/bile bu şekilde geçinmeyi/para kazanmayı/hayatımı kazanmayı bırakmaya hazır değilim/bırakmak istemiyorum.)

* I'm willing to do whatever it takes to keep my business afloat.
  (İşimi ayakta tutacak ne varsa yapmaya hazırım/yapmayı göze aldım.)

* Poor Japanese immigrants were willing to work for low pay.
  (Fakir Japon göçmenler düşük ücretle çalışmaya razıydılar.)

* I'm not willing to cook dinner for twenty people.
  (Yirmi kişilik yemek yapmaya/pişirmeye hazır değilim.)

* We are all quite willing to make sacrificies our family.
  (Hepimiz ailelerimiz için fedakarlık yapmaya/fedakarlıkta bulunmaya tamamen hazırız.)

* This is a rare stamp but I'm willing to let it go for $500.
  (Bu pek bulunmayan/nadir bir pul ama/ancak 500 dolara bırakırım.)

* I would love to learn Turkish if you are willing to teach me.
  (Bana öğretmeyi istersen/öğretmeye razıysan/istekliysen Türkçeyi seve seve öğrenirim.)

* Even so, I'm willing to meet him. But first I have to examine the evidence. You might as well go home.
  (Yine de onunla görüşme yapmak istiyorum. Ama önce delilleri incelemem gerek. Siz de eve gidebilirsiniz.)

* I'm willing to do whatever is necessary to find a peaceful solution.
  (Barışcıl bir çözüm bulabilmek için ne gerekiyorsa yapmaya hazırım.)

* If my boyfriend isn't willing to change his drinking habits, I will split up with him.
  (Eğer erkek arkadaşım içki alışkanlığını değiştirmeye razı/istekli olmazsa, ondan ayrılacağım/onu terk edeceğim.)

* I'm willing to cook dinner tonight.
  (Bu akşam yemeği ben yapmak istiyorum.)
  (Bu akşam yemeği yapmaya talibim.)

* I was willing to go as far as I could but I gave up then.
  (Gidebildiğim kadar uzaklara gitmeyi istiyordum ama sonra vazgeçtim.)

* Anyway, if you're not ready to buy, the owners are willing to lease.
  (Her neyse, satın almaya hazır değilseniz, sahipleri kiralamaya da niyetliler.)

* Are they willing to negotiate?
  (Pazarlık yapmaya niyetleri var mı?)

* Everything will be all right. Pentangeli says he's willing to make a deal.
  (Her şey yoluna girecek. Pentangeli anlaşmaya razı olduğunu söyledi.)

* Since you are not willing to offer us a lower rate, we regret to inform you that we are unable to place an order with you.
  (Bize daha düşük bir fiyat oranı sunmadığınız/vermediğiniz için, siparişimizi size veremeyeceğimizi üzülürek bildiririz/bildirmekten üzüntü duyuyoruz.)

* The doctor explained the situation to her little brother, and asked the boy if he would be willing to give his blood to his sister.
  (Doktor onun erkek kardeşine durumu anlattı ve kız kardeşine kan vermek isteyip istemediğini/kan vermeye gönüllü/istekli/hazır/razı olup olmadığını sordu.)

* If you want to sound like a native speaker, you must be willing to practice saying the same sentence over and over in the same way that banjo players practice the same phrase over and over until they can play it correctly and at the desired tempo.
  (Eğer bir yerli gibi konuşmak istiyorsan, banço çalanların aynı parçayı doğru ve istenilen tempoda çalabilinceye kadar defalarca pratik yaptıkları gibi aynı şekilde sen de aynı cümleyi defalarca/tekrar tekrar söyleyerek pratik yapmaya istekli olmalısın/yapmayı göze almalısın.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder