13 Ekim 2015 Salı

Listening & Watching 5

Learning English Through Movies & Videos 

Pretty Woman -4



A: Yes?
 (Buyur/ne vardı?)
B: I am Mr. Hollister, the manager.
 (Ben Bay Hollister, mağaza müdürüyüm.)
   May I help you?
 (Buyrun yardımcı olayım/olabilir miyim?)
A: Edward Lewis.
B: Ah, yes, sir.
 (Evet efendim.)
A: You see this young lady over here?
 (Oradaki/şuradaki genç bayanı görüyor musunuz?)
B: Yes.
A: Do you have anything in this shop as beautiful as she is?
 (Bu dükkanda onun kadar güzel bir şeyiniz var mı?)
B: Oh, yes.
  (Evet var.)
   Oh, no! No, no, no, I'm saying we have many things as beautiful as she ... would want them to be.
  (Oh hayır, yok, yok; yani demem o ki/demek istediğim onun istediği kadar/beklentilerini karşılayacak kadar güzel bir çok/pek çok şeyimiz var.)
   That's the point I was getting at and I think we can all agree with that.
  (Ben bunu kastetmiştim/demek istemiştim/demek/anlatmak istediğim/söylemeye çalıştığım buydu/oydu ve sanırım hepimiz aynı fikirdeyiz/hemfikiriz.)
   That's why, when you came in here, you knew from the first....
  (Zaten içeriye girdiğinizde/girdiğiniz zaman ilk andan itibaren bunu fark ettiniz/anladınız/gördünüz ...)
A: Excuse me, you know what we're gonna need here?
   (Pardon, burada ihtiyacımız olan/istediğimiz şey ne biliyor musun?
   We're gonna need a few more people helping us out.
  (Bize yardımcı olacak/bizimle ilgilenecek bir kaç elemana/görevliye/kişiye daha ihtiyacımız olacak/var/daha fazla/çok kişiye ihtiyacımız var.)
  (Bizimle daha çok/fazla kişinin/bir kaç kişinin daha ilgilenmesini istiyorum.)
   I'll tell you why.
  (Nedenini de söyleyeyim/şu.)
   We're going to be spending an obscene amount of money in here.
  (Burada korkunç/aşırı/muazzam miktarda/bok gibi para harcayacağız.)
   So we're going to need a lot more help sucking up to us.
  (Bu yüzden/nedenle/yani bize yağ çekmeleri için/yağ çekecek/bize yalakalık yapacak çok daha fazla görevliye/çalışana ihtiyacımız olacak/var.)
   'Cause that's what we really like.
  (Çünkü bu çok hoşumuza gidiyor/biz bundan hoşlanıyoruz.)
   You understand that?
  (Anlıyorsunuz/anladınız değil mi?)
B: Sir, if I may say so, you're in the right store and the right city for that matter.
  (Efendim, deyim yerindeyse/tabiri caizse, doğru şehirde ve doğru dükkandasınız/doğru şehre ve doğru dükkana geldiniz o konuda/eğer mesele oysa/yağcılık yapılmasıysa.)

B: Anything you see here, we can do, by the way.
  (Bu arada, burada gördüklerinin hepsini yapabiliriz/yapabiliyoruz.)
   Get ready to have some fun, ok?
   Biraz eğlenmeye hazır ol, tamam mı?
C: OK.
  (Tamam.)
B: Mary Pat, Mary Kate, Mary Francis, Tovah, let's see it!
  (Mary Pat, Mary Kate, Mary Francis, Tovah, hadi bakalım/görelim bakalım!
   Come on. Bring it out, girls.
  (Haydi! Getirin/dökün ortaya bakalım kızlar!
C: Oh, this is absolutely divine.
  (Bu tek kelimeyle harika/muhteşem.)

B: Excuse me, sir, uh.
  (Afedersiniz, efendim!
A: Yeah?
B: Exactly how obscene an amount of money were you talking about?
  (Burada tam olarak ne kadar büyük bir paradan/meblağdan bahsediyoruz/meblağ söz konusu?)
   Just profane or really offensive?
  (Öyle bayağı bir büyük miktar mı yoksa çok aşağılayıcı/rahatsız edici büyük bir miktar mı?
  (Bok gibi para harcamaya binaen şöyle de denebilir: Normal bir sıçma mı yoksa baya bir ishal şeklinde sıçma mı?)
  (Not: Tercümenin bu kısmı tamamen benim hayal dünyamın ürünüdür.)
A: Really offensive.
  (Çok rahatsız edici büyük bir miktar.)
B: I like him so much!
  (Bu adamı çok sevdim/işte bu benim adamım.)

B: Mr. Lewis, sir! Mr. Lewis!
  (Bay Lewis, Efendim! Bay Lewis!
   How's it going so far? Pretty well, I think.
  (Şu ana kadar nasıl gidiyor/nasıl memnun muyuz? Sanırım gayet iyi/güzel gidiyor.)
A: I think we need some major sucking up.
  (Bence daha çok/esaslı yağ çekilmesine ihtiyacımız var.)
B: Very well, sir.
  (Tamam/olur/pekala efendim!
   You're not only handsome but a powerful man.
  (Siz sadece yakışıklı değil, aynı zamanda güçlü bir adamsınız.)
   I could see the second you walked in here, you were someone to reckon with ...
  (Buraya/dükkana girdiğiniz an, sizin dikkate alınması gereken/saygın biri olduğunuzu anladım...)
A: Hollister!
B: Yes sir!
  (Buyrun efendim!)
A: Not me, her.
  (Bana değil, ona/bana değil, ona yağ çek/yalakalık yap.)
B: I'm sorry, sir. I'm sorry.
  (Özür dilerim, efendim, özür dilerim.)
   How we doing, ladies?
  (Nasıl gidiyor hanımlar/bayanlar?)

D: Oh Edward, Edward, where the hell are you?
  (Edward, hangi cehennemdesin/neredesin sen ya?)
   The word's all over the street.
  (Sokaktaki herkes/bütün millet bunu/bu haberi konuşuyor/sokaklar bu haberle çalkalanıyor.)
   Morse is gonna raise your offer, pal.
  (Morse senin teklifini yükseltecekmiş/senin üzerinde teklif verecekmiş, dostum/kanka.)
A: He's countering?
  (Karşılık veriyor/karşı atağa geçiyor, ha?)
   God, he is a tough old bird.
  (Tanrım, tam bir baş belası ihtiyar!)
   He knows the navy contracts are stalled.
  (Deniz kuvvetleri/donanma anlaşmalarının durdurulduğunu/ertelendiğini biliyor/durdurulduğundan haberi var.)
   Where's he gonna get the money?
  (Parayı nereden/nasıl bulacak ki/temin edecek ki/buluyor?)
D: I don't know. I think he's throwing in with the employees.
  (Bilmiyorum. Sanırım çalışanlarıyla birlik oluyor/çalışanlarını ortak ediyor/işe katıyor/çalışanlarından destek alıyor.)
A: He still needs someone to underwrite the paper.
  (-yeterli olmaz- Yine de finansmanı üstlenecek/ona teminat verecek birine ihtiyacı var.)
   Find out who it is.
  (Kim olduğunu bul/öğren/öğren bakalım kimmiş.)
   I'll be in an hour.
  (Bir saate geliyorum/bir saat içinde oradayım.)
D: OK. You got it.
  (Pekala, hemen yapıyorum/nasıl istersen/dediğin gibi olsun.)

A: You're on your own. I have to go back to work.
  (Sana kolay gelsin/Tek başınasın/başının çaresine bakacaksın! İşe geri dönmem gerekiyor.)
   You look great!
  (Harika/çok güzel görünüyorsun.)
   She has my card.
  (Kredi kartım onda.)
B: And we'll help her use it, sir.
  (Biz de onu kullanmasına yardım edeceğiz.)

--------- -------
* as + adjective/adverb + as 
= Comparing equal attributes
  something is similar A=B
= (sıfat/zarf kıyaslaması) ... kadar
- Your hands are as cold as ice.
  (Ellerin buz kadar soğuk/buz gibi.)
- My mother isn’t as old as she looks.
  (Annem, göründüğü kadar yaşlı değildir.)
- My grandfather speaks Italian as well as us.
  (Büyükbabam, İtalyanca’yı bizim kadar iyi konuşur.)
- He drives the car as carefully as you.
  (Arabayı senin kadar dikkatli kullanıyor/sürüyor.)
- I don't think Ahmet is going to be as tall as his sister.
  (Ahmet'in kız kardeşi kadar uzun boylu olacağını sanmıyorum/sanmam.)
  (Bence Ahmet kızkardeşi kadar uzun boylu olmayacak.)
- A worm is as slow as a turtle.
  (Bir solucan kaplumbağa kadar yavaştır.)
- Jenny's new flat isn't as nice as her old one.
  (Jenny'nin yeni dairesi/evi eski dairesi kadar güzel değil.)
- Is silver as dear as gold?
  (Gümüş altın kadar değerli midir?)

* obscene
= so large an amount or size as to be very shocking or unfair
  so extreme in amount as to be objectionable or outrageous
  excessive, outrageous, enormous, stratospheric
  a shit-load, a butt-load
= çok fazla/büyük, aşırı, muazzam, acayip büyük
  haddinden fazla, ölçüyü aşan, inanılmaz fazla/büyük
- The company's executives earn obscene salaries.
  (Şirket yöneticileri muazzam/korkunç miktarlarda maaş alıyorlar.)
- He spends an obscene amount of money on clothes.
  (Kıyafete/giyimine aşırı/korkunç miktarda para harcıyor.)

* to suck up to
= to try to make someone who is in authority like you by doing and saying things that will please them
  to attempt to gain influence with or favor from someone
  to play up to, to ingratiate oneself with
= yağ çekmek, yağcılık etmek
  dalkavukluk yapmak/etmek, yalakalık yapmak
  yaranmaya çalışmak, gözüne girmeye çalışmak
- My coworker really knows how to suck up to the boss.
  (İş/mesai arkadaşım patrona nasıl yağ çekileceğini iyi biliyor.)
- She kept sucking up to the teachers.
  (Durmadan/sürekli öğretmenlere yağ çekiyor/yaranmaya çalışıyor/öğretmenlerin gözüne girmek için uğraşıyor.)
- She’s always sucking up to the boss, telling him how wonderful he is.
  (Ne kadar harika birisin diyerek sürekli/devamlı patrona yağ çekiyor/yalakalık ediyor.)
- Don't suck up to me. It won't do any good.
  (Bana yağ çekmeyi bırak/kes. Yağ çekmen bir işe yaramayacak/boşuna yağ çekiyorsun/böyle yağ çekerek bir şey/halt elde edemezsin.)
- "Why do you think he offered to take all that work home?" "Ah, he's just sucking up to the boss."
  (Sizce bütün bu işi evde yapmamızı/tamamlamamızı niye teklif etti/önerdi? Patrona yaranmaya çalışıyor/yalakalık yapıyor sadece.)
  (Bütün bu işi evde yapmamızı/tamamlamamızı/kalan işi eve götürüp yapmayı niye teklif etti/önerdi sanıyorsunuz? Patrona yaranmaya çalışıyor, başka bir şey nedeni yok.)
- She is always sucking up to her teachers but they do not like her for it.
  (Sürekli öğretmenlere yaranmaya çalışıyor/yağ çekiyor ama öğretmenler bundan dolayı onu sevmiyorlar/ondan hoşlanmıyorlar.)
- Being married for 17 years has taught me when to suck up to my wife. I know exactly when to agree with her and when to suck it up.
  (17 yıllık evlilik bana karıma ne zaman/hangi durumda yağ çekeceğimi öğretti. Hangi durumlarda/ne zaman onunla aynı fikirde olacağımı, ne zaman sineye çekmem gerekeceğini tam olarak biliyorum.)
- Of course he gets the best marks. He is always sucking up to the teacher.
  (Tabi ki en yüksek notu alacak/en yüksek notları onun alması gayet doğal. Öğretmene/hocaya devamlı/sürekli yağ çekiyor/yalakalık ediyor.)

* not only ... but (also)
= correlative conjuction
  used to add one idea to another
= sadece ... değil, aynı zamanda
* You are not only my brother but (also) my best friend.
  (Sen benim yalnızca kardeşim değil, en iyi arkadaşımsın da.)
* They invited not only me but also you.
  (Sadece beni değil, seni de davet ettiler.)
* Cüneyt Arkın is not only an actor but also a doctor.
  (Cüneyt Arkın sadece bir sanatçı değil, aynı zamanda bir doktor.)
* He lost not only his wallet but also his keys.
  (Sadece cüzdanını değil, anahtarlarını da kaybetti.)
* English is not only easy but (also) enjoyable.
  (İngilizce kolay olmasının yanısıra zevklidir de.)

* to throw in with someone
= to join with someone; to join someone's enterprise
  to enter into association or partnership with
= ortak/birlikte/beraber bir şey yapmak
  ile birlik olmak, ortaklığa girişmek, birlikte hareket etmek
- You could also be thrown in with people you find compatible.
  (Uyuşabileceğini düşündüğün insanlarla birleşip ortak bir şeyler yapabilirdin.)
- Agrees to throw in with a crooked ex-cop.
  (Kirli/sicili bozuk eski polisle ortak olmayı kabul etti/ortak olacak/oluyor.) (Gazete haberi)
- Now that you've seen how we operate, are you going to throw in with us?
  (İşte/evet nasıl iş yaptığımızı/çalıştığımızı gördün, bizimle ortak/birlik olacak mısın?)
- His friends warned him against throwing in with the notorious street gang.
  (Arkadaşları onu kötü şöhretli sokak çetesiyle birlikte hareket etmemesi konusunda uyardılar.)
- I will throw in with you and we can all go hunting together.
  (Seninle geleceğim, hepimiz birlikte ava gideriz.)
- Do you mind if I throw in with you? My companions left me behind.
  (Sana/size katılmamın bir sakıncası var mı? Arkadaşlarım beni yalnız bıraktılar.)

* You got it!
= Used to say that you will quickly do what someone has asked you to do
  You will get what you want!
  OK, I understand and I will comply
  Yes, I will. Consider it done.
  You bet.
= dediğini yapacağım, nasıl istersen, sen bilirsin, dediğin gibi olsun
  olmuş bil, oldu bil
- "Would you get me a coffee?" "Sure, you got it!"
  ("Bir kahve alabilir miyim/getirebilir misiniz?" "Tabi, hemen getiriyorum.")
- You want a green one? You got it!
  (Yeşil olanını mı istiyorsunuz? Hemen veriyorum.)
- This one? You got it!
  (Bu mu? Hemen veriyorum.)
- "I'd like a burger. Please add some fries to that." "You got it."
  ("Bir hamburger istiyorum. Birkaç tane de patates ekleyin/koyun lütfen." "Tamamdır/hemen veriyorum.")
- "Will you do it for me, please?" "You got it."
  ("Bunu benim için yapar mısın/yapabilir misin lütfen?" "Oldu bil/hemen yapıyorum.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder