to look at
= to direct your eyes towards someone or something so that you can see them
to turn your eyes in a particular direction
= bakmak, seyretmek, göz atmak
to look at english phrasal verb |
* Don't you see the way they look at us?
(Bize nasıl baktıklarını görmüyor musun/Baksana bize nasıl bakıyorlar?)
* What are you looking at?
(Sen neye bakıyorsun?)
* She didn't even look at my face.
(Yüzüme bile/dahi bakmadı.)
* She couldn't look at my face; whence I concluded she was guilty.
(Yüzüme bakamıyordu; bu yüzden onun suçlu olduğuna karar verdim.)
* He laid down his pen and looked at me.
(Kalemini elinden bırakıp bana baktı.)
* People looked at her in astonishment.
(İnsanlar ona şaşkınlık/hayretler içinde baktılar.)
* I bought that shirt we looked at yesterday.
(Dün baktığımız o gömleği satın aldım.)
* Look at what you've done to me.
(Bana ne yaptığına bir bak!)
* Would you stop looking at me like that?
(Bana öyle/o şekilde bakmayı keser misin/bırakır mısın?)
* Look at how white Tom's teeth are.
(Tom'un dişlerine bak, ne kadar da beyaz!)
* That girl over there is looking at you.
(Şuradaki kız sana bakıyor.)
* Tom looked through the window at the street.
(Tom pencereden sokağa/caddeye baktı.)
* She looked at the picture to refresh her memory.
(Hafızasını tazelemek/Bir şeyler hatırlamak için fotoğrafa baktı.)
* I just spent 20 minutes looking at the orange juice box because it said concentrate.
(20 dakikamı portakal suyu kutusuna bakarak geçirdim, çünkü kutuda konsantre olun/odaklanın yazıyordu/yazılıydı)
(20 dakika boyunca portakal suyu kutusuna baktım/bakıp durdum, çünkü kutuda konsantre olun/odaklanın yazıyordu/yazılıydı.)
(Konsantre olun/Odaklanın yazdığı için 20 dakikamı portakal suyu kutusuna bakarak geçirdim.)
(Üzerinde konsantre olun/odaklanın yazdığı için portakal suyu kutusuna yirmi dakika baktım.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder