5 Ekim 2015 Pazartesi

İngilizce Deyimler ve İfadeler 24

to spend


= to cause or permit to elapse; to pass
    to use time doing something or being somewhere

= (zaman, süre, vakit) geçirmek, harcamak

ingilizce zaman geçirmek zaman harcamak zaman ayırmak
to spend time english


* Instead of studying, he spent the night watching TV.
  (Ders çalışacağına, geceyi televizyon izleyerek geçirdi/Ders çalışmak yerine gece televizyon izleyip durdu.)

* She spent eight months living in New York City.
  (Sekiz ayını New York City'de oturarak geçirdi/Sekiz ay New York City'de oturdu/yaşadı.)

* We spent a lot of time together.
  (Birlikte/Beraber çok fazla zaman geçirdik/Birlikte çok takıldık/çok şeyler yaptık.)

* I miss all the day I spent with you.
  (Seninle geçirdiğim günleri özlüyorum.)

* Every single day I spent at your side has been the happiest of my life.
  (Senin yanında/Seninle geçirdiğim her günüm hayatımın en mutlu günleriydi.)

* I want to spend more time with my family.
  (Ailemle daha çok zaman geçirmek/Aileme daha çok zaman harcamak/ayırmak istiyorum.)

* Our cat spends most of his time sleeping.
  (Kedimiz vaktinin çoğunu uyuyarak geçiriyor/harcıyor.)

* I was planning to spend all day writing.
  (Bütün günü yazarak geçirmeyi planlıyordum/düşünüyordum.)

* How are you spending your summer vacation?
  (Yaz tatilini nasıl geçiriyorsun/Yaz tatilinde neler yapıyorsun?)

* She spent the whole evening slagging off her ex-boyfriend.
  (Bütün akşamı eski erkek arkadaşını kötüleyerek geçirdi/Bütün akşam eski erkek arkadaşını kötüleyip durdu.)

* He spent 18 months working on the project.
  (Projeye on sekiz ayını harcadı/Proje üzerinde on sekiz ay çalıştı.)

* I spent all day typing information into a computer.
  (Bütün günümü bir bilgisayara haber girmekle geçirdim/Bütün gün bilgisayara haber girdim.)

* They spent the night chatting intimately.
  (Geceyi samimi bir şekilde sohbet ederek geçirdiler/Bütün gece samimi bir şekilde sohbet ettiler.)

* We spent 3 hours straight singing and dancing.
  (Aralıksız üç saati şarkı söyleyip dans ederek geçirdik/Üç saat aralıksız/durmaksızın şarkı söyleyip dans ettik.)

* We spent the evening talking about art.
  (Akşam vaktini sanat üzerine konuşarak geçirdik.)

* We would spend every meal time entreating the child to eat her vegetables.
  (Her öğünümüz çocuğumuza sebze yemesi için ısrar etmekle/yakarmakla geçiyor.)

* Edison's life was spent mostly in the laboratory.
  (Edison'un hayatının büyük kısmı laboratuvarda geçmişti.)

* I spent a few minutes going over my answers before I turned in my test.
  (Sınav kağıdımı teslim etmeden önce birkaç dakikamı cevaplarımı kontrol ederek geçirdim/Sınav kağıdını vermeden önce birkaç dakika cevaplarımı kontrol ettim.)

* His childhood was spent in Brazil.
  (Çocukluğu Brezilya'da geçti.)

* We spent the evening chatting about this, that, and the other.
  (Akşamı oradan buradan laflayarak geçirdik.)

* Stacey spends all her free time painting.
  (Stacey bütün boş vaktini/zamanını resim yaparak geçiriyor/resim yapmaya harcıyor.)

* We spent the day pissing around beside the pool.
  (Günü havuzun yanında oyalanarak/takılarak geçirdik.)

* I never spend less than an hour.
  (Asla bir saatten az kalmam/az zaman geçirmem/harcamam.)
  (Her zaman en az bir saatim geçer/bir saat kalırım.)

* Too much of my time is spent arguing with customers.
  (Vaktimin/Zamanımın çoğu/çok büyük kısmı müşterilerle tartışmakla geçiyor.)

* How long did you spend in Edinburgh?
  (Edinburgh'ta ne kadar zaman/süre geçirdin/kaldın?)

* How do you spend your free time?
  (Boş zamanlarında neler yaparsın/yapıyorsun/Boş zamanlarını nasıl geçirirsin/geçiriyorsun?)

* How many hours a day do you spend in your office?
  (Günde kaç saatin ofiste geçiyor/Günde kaç saati ofisinde geçiriyorsun?)

* Which room do you spend the most time in?
  (Zamanının çoğunu hangi odada geçiriyorsun/En çok hangi odada zaman geçiriyorsun?)

* I think we need to spend more time together.
  (Bence birlikte daha çok vakit/zaman geçirmeliyiz.)

* I like spending time with her.
  (Onunla zaman geçirmeyi/beraber takılmayı seviyorum/Onunla bir şeyler yapmak hoşuma gidiyor.)

* Please spend a few minutes thinking about this.
  (Lütfen bu konuyu biraz düşün.)

* Even spending just ten minutes a day on this website will be beneficial.
  (Bu sitede günde on dakika bile geçirseniz/zaman harcasanız, yararınıza olur/fayda görürsünüz.)

* Ali spends about an hour a day swimming.
  (Ali günde yaklaşık bir saatini yüzmeyle geçirir/geçiriyor/günde yaklaşık bir saat yüzer/yüzüyor.)

* I spend a few hours a day maintaining my website.
  (Günde birkaç saati/saatimi web/internet sitemi/sayfamı düzenleyerek/düzenlemekle geçiriyorum.)

* I have to spend at least six months a year here, or I lose half of my tax benefits.
  (Yılda en az altı ayımı burada geçirmem gerekiyor, yoksa vergi avantajlarımın/indirimlerimin yarısını kaybederim/yarısı elimden gider/vergi indirimlerim yarıya düşer.)

* I spent a lot of time cleaning that room.
  (O odayı temizlemek için çok zaman harcadım/temizlemek çok vaktimi/zamanımı aldı.)

* Every night he would spend an hour looking at the stars.
  (Her gece bir saatini yıldızlara bakarak/yıldızları seyrederek geçirirdi.)

* I've spent years building up my collection.
  (Koleksiyonumu oluşturmaya yıllarımı harcadım/oluşturmak yıllarımı aldı.)

* I was supposed to spend the day with them.
  (Güya bugünü onlarla geçirecektim/Güya bugün onlara takılacaktım.)

* I spent an hour at the station waiting for the train.
  (İstasyonda treni beklerken bir saatim geçti/bir saat bekledim/Bir saatim istasyonda treni beklemekle geçti.)

* We don't spend enough time on our children.
  (Çocuklarımızla yeterince zaman geçirmiyoruz/Çocuklarımıza yeterince zaman harcamıyoruz/ayırmıyoruz.)

* He's planning to spend some time at home with his family.
  (Evde ailesiyle birlikte biraz zaman geçirmeyi planlıyor/düşünüyor.)

* They spend much of their time being afraid of bullies.
  (Günlerinin çoğunu zorbalardan korkarak geçiriyorlar/Günleri zorbalardan korkmakla/endişe duymakla geçiyor.)

* My sister always spends ages in the bathroom.
  (Kız kardeşim banyoda hep çok uzun zaman geçirir/harcar/uzun süre kalır.)

* My mother used to spend hours haggling with the market traders.
  (Annem pazarcılarla pazarlık yapmaya çok zaman harcardı/yaparak çok zaman geçirirdi.)
  (Annem pazarcılarla uzun uzun pazarlık yapardı.)

* They were condemned to spend the rest of their lives in prison.
  (Hayatlarının geri kalanını hapiste geçirme cezasına çarptırıldılar/Ömür boyu/Müebbet hapis cezasına mahkum oldular/çarptırıldılar.)

* It would be a crime to spend such a beautiful day indoors.
  (Bu kadar/Böylesine güzel bir günü içeride/evde geçirmek/harcamak günah/yazık olur.)

* Students learning computer studies spend two days each week in a computer lab and four days in the classroom.
  (Bilgisayar eğitimi gören/alan öğrenciler haftanın iki gününü bilgisayar laboratuvarında, dört gününü de sınıfta geçiriyorlar.)

* I have to spend three months of the year away from home - but there are compensations like the chance to meet new people.
  (Senenin/Yılın üç ayını evden uzakta/şehir dışında/gurbette geçiriyorum. Ama yeni insanlarla tanışma şansı gibi faydalı tarafları da var/oluyor.)

* You can spend the night here if you like.
  (İstersen geceyi burada geçirebilirsin/gece burada kalabilirsin.)

* We spent the day at the beach.
  (Günümüzü plajda geçirdik.)

* Relaxing with friends is a great way to spend a weekend.
  (Arkadaşlarla eğlenmek/takılmak hafta sonunu geçirmenin harika bir yoludur.)

* How much time/How long do you spend on homework?
  (Ev ödevine ne kadar zaman harcıyorsun/Ev ödevini yapman ne kadar sürüyor/zamanını alıyor?)

* We spent a few days in Baltimore.
  (Baltimore'da birkaç gün geçirdik/kaldık.)

* I'm going to spend Christmas with my family.
  (Yılbaşını ailemle birlikte geçireceğim.)

* I just spent 20 minutes looking at the orange juice box because it said concentrate.
  (20 dakikamı portakal suyu kutusuna bakarak geçirdim, çünkü kutuda konsantre olun/odaklanın yazıyordu/yazılıydı)
 (20 dakika boyunca portakal suyu kutusuna baktım/bakıp durdum, çünkü kutuda konsantre olun/odaklanın yazıyordu/yazılıydı.)
 (Konsantre olun/Odaklanın yazdığı için 20 dakikamı portakal suyu kutusuna bakarak geçirdim.)
 (Üzerinde konsantre olun/odaklanın yazdığı için portakal suyu kutusuna yirmi dakika baktım.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder