to spend
= to cause or permit to elapse; to pass
to use time doing something or being somewhere
= (zaman, süre, vakit) geçirmek, harcamak
to spend time english |
* Instead of studying, he spent the night watching TV.
(Ders çalışacağına, geceyi televizyon izleyerek geçirdi/Ders çalışmak yerine gece televizyon izleyip durdu.)
* She spent eight months living in New York City.
(Sekiz ayını New York City'de oturarak geçirdi/Sekiz ay New York City'de oturdu/yaşadı.)
* We spent a lot of time together.
(Birlikte/Beraber çok fazla zaman geçirdik/Birlikte çok takıldık/çok şeyler yaptık.)
* I miss all the day I spent with you.
(Seninle geçirdiğim günleri özlüyorum.)
* Every single day I spent at your side has been the happiest of my life.
(Senin yanında/Seninle geçirdiğim her günüm hayatımın en mutlu günleriydi.)
* I want to spend more time with my family.
(Ailemle daha çok zaman geçirmek/Aileme daha çok zaman harcamak/ayırmak istiyorum.)
* Our cat spends most of his time sleeping.
(Kedimiz vaktinin çoğunu uyuyarak geçiriyor/harcıyor.)
* I was planning to spend all day writing.
(Bütün günü yazarak geçirmeyi planlıyordum/düşünüyordum.)
* How are you spending your summer vacation?
(Yaz tatilini nasıl geçiriyorsun/Yaz tatilinde neler yapıyorsun?)
* She spent the whole evening slagging off her ex-boyfriend.
(Bütün akşamı eski erkek arkadaşını kötüleyerek geçirdi/Bütün akşam eski erkek arkadaşını kötüleyip durdu.)
* He spent 18 months working on the project.
(Projeye on sekiz ayını harcadı/Proje üzerinde on sekiz ay çalıştı.)
* I spent all day typing information into a computer.
(Bütün günümü bir bilgisayara haber girmekle geçirdim/Bütün gün bilgisayara haber girdim.)
* They spent the night chatting intimately.
(Geceyi samimi bir şekilde sohbet ederek geçirdiler/Bütün gece samimi bir şekilde sohbet ettiler.)
* We spent 3 hours straight singing and dancing.
(Aralıksız üç saati şarkı söyleyip dans ederek geçirdik/Üç saat aralıksız/durmaksızın şarkı söyleyip dans ettik.)
* We spent the evening talking about art.
(Akşam vaktini sanat üzerine konuşarak geçirdik.)
* We would spend every meal time entreating the child to eat her vegetables.
(Her öğünümüz çocuğumuza sebze yemesi için ısrar etmekle/yakarmakla geçiyor.)
* Edison's life was spent mostly in the laboratory.
(Edison'un hayatının büyük kısmı laboratuvarda geçmişti.)
* I spent a few minutes going over my answers before I turned in my test.
(Sınav kağıdımı teslim etmeden önce birkaç dakikamı cevaplarımı kontrol ederek geçirdim/Sınav kağıdını vermeden önce birkaç dakika cevaplarımı kontrol ettim.)
* His childhood was spent in Brazil.
(Çocukluğu Brezilya'da geçti.)
* We spent the evening chatting about this, that, and the other.
(Akşamı oradan buradan laflayarak geçirdik.)
* Stacey spends all her free time painting.
(Stacey bütün boş vaktini/zamanını resim yaparak geçiriyor/resim yapmaya harcıyor.)
* We spent the day pissing around beside the pool.
(Günü havuzun yanında oyalanarak/takılarak geçirdik.)
* I never spend less than an hour.
(Asla bir saatten az kalmam/az zaman geçirmem/harcamam.)
(Her zaman en az bir saatim geçer/bir saat kalırım.)
* Too much of my time is spent arguing with customers.
(Vaktimin/Zamanımın çoğu/çok büyük kısmı müşterilerle tartışmakla geçiyor.)
* How long did you spend in Edinburgh?
(Edinburgh'ta ne kadar zaman/süre geçirdin/kaldın?)
* How do you spend your free time?
(Boş zamanlarında neler yaparsın/yapıyorsun/Boş zamanlarını nasıl geçirirsin/geçiriyorsun?)
* How many hours a day do you spend in your office?
(Günde kaç saatin ofiste geçiyor/Günde kaç saati ofisinde geçiriyorsun?)
* Which room do you spend the most time in?
(Zamanının çoğunu hangi odada geçiriyorsun/En çok hangi odada zaman geçiriyorsun?)
* I think we need to spend more time together.
(Bence birlikte daha çok vakit/zaman geçirmeliyiz.)
* I like spending time with her.
(Onunla zaman geçirmeyi/beraber takılmayı seviyorum/Onunla bir şeyler yapmak hoşuma gidiyor.)
* Please spend a few minutes thinking about this.
(Lütfen bu konuyu biraz düşün.)
* Even spending just ten minutes a day on this website will be beneficial.
(Bu sitede günde on dakika bile geçirseniz/zaman harcasanız, yararınıza olur/fayda görürsünüz.)
* Ali spends about an hour a day swimming.
(Ali günde yaklaşık bir saatini yüzmeyle geçirir/geçiriyor/günde yaklaşık bir saat yüzer/yüzüyor.)
* I spend a few hours a day maintaining my website.
(Günde birkaç saati/saatimi web/internet sitemi/sayfamı düzenleyerek/düzenlemekle geçiriyorum.)
* I have to spend at least six months a year here, or I lose half of my tax benefits.
(Yılda en az altı ayımı burada geçirmem gerekiyor, yoksa vergi avantajlarımın/indirimlerimin yarısını kaybederim/yarısı elimden gider/vergi indirimlerim yarıya düşer.)
* I spent a lot of time cleaning that room.
(O odayı temizlemek için çok zaman harcadım/temizlemek çok vaktimi/zamanımı aldı.)
* Every night he would spend an hour looking at the stars.
(Her gece bir saatini yıldızlara bakarak/yıldızları seyrederek geçirirdi.)
* I've spent years building up my collection.
(Koleksiyonumu oluşturmaya yıllarımı harcadım/oluşturmak yıllarımı aldı.)
* I was supposed to spend the day with them.
(Güya bugünü onlarla geçirecektim/Güya bugün onlara takılacaktım.)
* I spent an hour at the station waiting for the train.
(İstasyonda treni beklerken bir saatim geçti/bir saat bekledim/Bir saatim istasyonda treni beklemekle geçti.)
* We don't spend enough time on our children.
(Çocuklarımızla yeterince zaman geçirmiyoruz/Çocuklarımıza yeterince zaman harcamıyoruz/ayırmıyoruz.)
* He's planning to spend some time at home with his family.
(Evde ailesiyle birlikte biraz zaman geçirmeyi planlıyor/düşünüyor.)
* They spend much of their time being afraid of bullies.
(Günlerinin çoğunu zorbalardan korkarak geçiriyorlar/Günleri zorbalardan korkmakla/endişe duymakla geçiyor.)
* My sister always spends ages in the bathroom.
(Kız kardeşim banyoda hep çok uzun zaman geçirir/harcar/uzun süre kalır.)
* My mother used to spend hours haggling with the market traders.
(Annem pazarcılarla pazarlık yapmaya çok zaman harcardı/yaparak çok zaman geçirirdi.)
(Annem pazarcılarla uzun uzun pazarlık yapardı.)
* They were condemned to spend the rest of their lives in prison.
(Hayatlarının geri kalanını hapiste geçirme cezasına çarptırıldılar/Ömür boyu/Müebbet hapis cezasına mahkum oldular/çarptırıldılar.)
* It would be a crime to spend such a beautiful day indoors.
(Bu kadar/Böylesine güzel bir günü içeride/evde geçirmek/harcamak günah/yazık olur.)
* Students learning computer studies spend two days each week in a computer lab and four days in the classroom.
(Bilgisayar eğitimi gören/alan öğrenciler haftanın iki gününü bilgisayar laboratuvarında, dört gününü de sınıfta geçiriyorlar.)
* I have to spend three months of the year away from home - but there are compensations like the chance to meet new people.
(Senenin/Yılın üç ayını evden uzakta/şehir dışında/gurbette geçiriyorum. Ama yeni insanlarla tanışma şansı gibi faydalı tarafları da var/oluyor.)
* You can spend the night here if you like.
(İstersen geceyi burada geçirebilirsin/gece burada kalabilirsin.)
* We spent the day at the beach.
(Günümüzü plajda geçirdik.)
* Relaxing with friends is a great way to spend a weekend.
(Arkadaşlarla eğlenmek/takılmak hafta sonunu geçirmenin harika bir yoludur.)
* How much time/How long do you spend on homework?
(Ev ödevine ne kadar zaman harcıyorsun/Ev ödevini yapman ne kadar sürüyor/zamanını alıyor?)
* We spent a few days in Baltimore.
(Baltimore'da birkaç gün geçirdik/kaldık.)
* I'm going to spend Christmas with my family.
(Yılbaşını ailemle birlikte geçireceğim.)
* I just spent 20 minutes looking at the orange juice box because it said concentrate.
(20 dakikamı portakal suyu kutusuna bakarak geçirdim, çünkü kutuda konsantre olun/odaklanın yazıyordu/yazılıydı)
(20 dakika boyunca portakal suyu kutusuna baktım/bakıp durdum, çünkü kutuda konsantre olun/odaklanın yazıyordu/yazılıydı.)
(Konsantre olun/Odaklanın yazdığı için 20 dakikamı portakal suyu kutusuna bakarak geçirdim.)
(Üzerinde konsantre olun/odaklanın yazdığı için portakal suyu kutusuna yirmi dakika baktım.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder