13 Ekim 2015 Salı

Listening & Watching 3

Learning English Through Movies & Videos 

Pretty Woman -2



A: Hello. You must be Vivian. My name's Bridget.
  (Merhaba, siz Vivian olmalısınız. Ben/benim adım Bridget.)
B: Yeah, hi! Barney said you'd be nice to me.
  (Evet, merhaba. Barney bana iyi davranacağınızı/benimle güzel ilgileneceğinizi söyledi.)
A: He's very sweet! What are your plans while you're in town?
  (Çok iyi/kibar/nazik/sevimli biri o! Şehirdeyken ne yapmayı planlıyorsunuz/şehirde planlarınız neler?)
B: We're gonna have dinner.
  (Beraber yemek yiyeceğiz/yemeğe çıkacağız/gideceğiz.)
A: Oh, don't sit on there, dear! You're gonna go out? Dinner?
  (Oraya oturma canım/hayatım! Dışarı mı çıkacaksınız/dışarı bir yerlere mi gideceksiniz? Akşam yemeğine mi çıkacaksınız?)
   Well, you'll need a cocktail dress then.
  (Öyleyse/o zaman bir kokteyl/gece kıyafetine/elbisesine ihtiyacın olacak/var/var demektir.)
   Come with me! Now, I'm sure we're gonna find something here that your uncle will love.
  (Gelin benimle! Eminim burada amcanızın beğeneceği/hoşuna gideceği bir şey bulacağız/buluruz.)
  (Burada amcanızın beğeneceği/hoşuna gideceği bir şey bulacağımıza eminim/inanıyorum.)
   You're a size six, right?
  (Bedeniniz 6, değil mi/6 beden/numara giyiyorsunuz, değil mi)
B: Yeah. How'd you know that?
  (Evet. Nasıl bildiniz bunu/nereden biliyorsunuz bunu?)
A: Oh, that's my job.
  (Benim işim bu/ben bu işi yapıyorum.)
B: Bridge, he's not really my uncle.
  (Bridge, gerçekte o benim amcam değil/o benim gerçek amcam değil.)
A: They never are, dear.
  (Hep/her zaman öyledir/öyle oluyor zaten, canım/hayatım.)

------- --------
* must
= certainty or strong probability 
  deduction, logical conclusion
= kesinlik, güçlü olasılık; emin olma derecesinde/kuvvetli/güçlü tahmin/varsayım/mantıksal çıkarım ifadesi
  sanırım, galiba, olsa gerek, anlaşılan, ... göre demek ki
- There is a loud ring on the door bell. It must be someone in a hurry.
  (Kapı zili acı acı çalıyor. Acelesi olan birisi olmalı/olsa gerek.)
- You have been working all day. You must be tired. 
  (Sabahtan beri çalışıyorsun. Yorgun/yorulmuş olmalısın/yorulmuşsundur.)
- A: I changed my job. B: What? You must be joking.
  (A: İşimi değiştirdim. B: Ne? Şaka yapıyor olmalısın/sanırım şaka bu.)
- My mother is coughing a lot. She must have caught cold. 
  (Annem çok öksürüyor. Üşütmüş/soğuk almış olmalı/galiba/sanırım üşüttü/soğuk almış.)
- The ground is wet. It must have rained during the night.
  (Yerler ıslak. Gece yağmur yağmış olmalı/ olsa gerek/demek ki/anlaşılan gece yağmur yağmış.)
- I can't find my books. I must have left them at school.
  (Kitaplarımı bulamıyorum. Okulda unutmuş/bırakmış olmalıyım/sanırım okulda unutmuşum/bırakmışım.)
- You must have studied hard for the exam. You got the highest mark.
  (En yüksek notu aldığına göre demek ki/anlaşılan sınav için çok çalışmış olmalısın/olsan gerekir.)
- I can’t find the letter anywhere. It must have been thrown away.
  (Mektubu hiçbir yerde bulamıyorum. Çöpe atılmış olmalı/çöpe atıldı/gitti galiba/sanırım.)
- I can't remember what I did with it. I must be getting old.
  (Onu ne yaptığımı hatırlayamıyorum/hatırlamıyorum. Yaşlanıyor olmalıyım/sanırım/galiba/anlaşılan yaşlanıyorum.)
- It must be nice to live in Florida.
  (Florida'da yaşamak çok hoş olmalı/olsa gerek/çok hoş bir şeydir diye tahmin ediyorum.)
- There's no heating on. You must be freezing. 
  (Isıtma/kalorifer yok/çalışmıyor. Donuyor/çok üşüyor olmalısın.)
- Eric ate everything on his plate except the pickle. He must not like pickles.
  (Eric, turşu haricinde tabağında ne varsa/tabağındaki her şeyi yedi. Turşu sevmiyor olmalı/anlaşılan/demek ki turşu sevmiyor.)
* That must have been the right restaurant. There are no other restaurants on this street.
  (Burası o restoran olmalı. Bu caddede başka restoran yok.)
* Why am I under arrest? There must be some mistake.
  (Beni niye tutukladınız/neden göz altındayım? Bir yanlışlık/hata olmalı.)

* to be nice to someone
= to behave in a pleasant and friendly way towards someone
= (bir kimseye) iyi davranmak, nazik/kibar davranmak/olmak
  bir kimseyle güzel/iyi ilgilenmek/alakadar olmak
  (bir kimseyi) üzmemek, kırmamak
- They were very nice to me while I was ill.
  (Hastayken bana çok iyi baktılar/benimle çok iyi ilgilendiler/alakadar oldular.)
- Promise you'll be nice to her when she comes back.
  (Döndüğünde/geri/tekrar geldiğinde ona iyi davranacağına söz ver.)
- Why are you being so nice to me?
  (Bana neden/niye çok iyi davranıyorsun/bu kadar naziksin?)
  (Bana karşı neden böyle kibarsın/iyisin?)
- I'd be nice to me if I was you.
  (Yerinde olsam, bana iyi davranırdım/bana karşı kibar/nazik olurdum.)
- Be nice to him, ok?
  (Ona iyi davran/onu üzme, olur mu/tamam mı?)
- Are they being nice to her?
  (Ona iyi/güzel davranıyorlar mı?)
- I wish you'd be nice to your brother.
  (Keşke kardeşine iyi davransan.)
  (Kardeşine iyi davranmanı istiyorum.)

* gonna
= written form of a reduction/contraction of "going to"
  informal/conversational pronunciation of "going to"
= konuşma dilinde going to'nun kısaltması
- I'm gonna have about one week.
  (Yaklaşık bir hafta kalacağım. Yaklaşık bir hafta bir vaktim/zamanım olacak/var.)
- What time you gonna pick me up?
  (Beni saat kaçta alacaksın/alıyorsun?)
- I think I'm gonna sneeze. Give me a tissue. 
  (Sanırım/galiba hapşıracağım. Bir mendil ver/versene bana.)
- I'm gonna tell him the truth. 
  (Ona gerçeği/hakikati söyleyeceğim/anlatacağım.)
- What are you gonna do?
  (Ne yapacaksın?)

* to have dinner
= to eat evening meal
= yemek yemek, akşam yemeği yemek
- I think the whole family should have dinner together at least once a week.
  (Haftada en az bir defa/kere tüm ailenin birlikte akşam yemeği yemesi gerektiğini düşünüyorum.)
  (Bence haftada en az bir defa bütün aile akşam yemeğinde bir araya gelmelidir/beraber akşam yemeği yemelidir.)
- We have dinner all together.
  (Hep birlikte/beraber akşam yemeği/yemek yeriz.)
-  Would you like to stay and have dinner?
  (Akşam yemeğine kalmak ister misin/kalsana/kalır mısın?)
- Will you have dinner with me this evening?
  (Bu gece benimle yemeğe çıkar mısın/beraber yemek yiyelim mi?)
- What time do you usually have dinner?
  (Genelde akşam yemeğini kaçta yersiniz/yiyorsunuz?)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder