Learning English Through Movies & Videos
Pretty Woman -2A: Hello. You must be Vivian. My name's Bridget.
(Merhaba, siz Vivian olmalısınız. Ben/benim adım Bridget.)
B: Yeah, hi! Barney said you'd be nice to me.
(Evet, merhaba. Barney bana iyi davranacağınızı/benimle güzel ilgileneceğinizi söyledi.)
A: He's very sweet! What are your plans while you're in town?
(Çok iyi/kibar/nazik/sevimli biri o! Şehirdeyken ne yapmayı planlıyorsunuz/şehirde planlarınız neler?)
B: We're gonna have dinner.
(Beraber yemek yiyeceğiz/yemeğe çıkacağız/gideceğiz.)
A: Oh, don't sit on there, dear! You're gonna go out? Dinner?
(Oraya oturma canım/hayatım! Dışarı mı çıkacaksınız/dışarı bir yerlere mi gideceksiniz? Akşam yemeğine mi çıkacaksınız?)
Well, you'll need a cocktail dress then.
(Öyleyse/o zaman bir kokteyl/gece kıyafetine/elbisesine ihtiyacın olacak/var/var demektir.)
Come with me! Now, I'm sure we're gonna find something here that your uncle will love.
(Gelin benimle! Eminim burada amcanızın beğeneceği/hoşuna gideceği bir şey bulacağız/buluruz.)
(Burada amcanızın beğeneceği/hoşuna gideceği bir şey bulacağımıza eminim/inanıyorum.)
You're a size six, right?
(Bedeniniz 6, değil mi/6 beden/numara giyiyorsunuz, değil mi)
B: Yeah. How'd you know that?
(Evet. Nasıl bildiniz bunu/nereden biliyorsunuz bunu?)
A: Oh, that's my job.
(Benim işim bu/ben bu işi yapıyorum.)
B: Bridge, he's not really my uncle.
(Bridge, gerçekte o benim amcam değil/o benim gerçek amcam değil.)
A: They never are, dear.
(Hep/her zaman öyledir/öyle oluyor zaten, canım/hayatım.)
------- --------
* must
= certainty or strong probability
deduction, logical conclusion
= kesinlik, güçlü olasılık; emin olma derecesinde/kuvvetli/güçlü tahmin/varsayım/mantıksal çıkarım ifadesi
sanırım, galiba, olsa gerek, anlaşılan, ... göre demek ki
- There is a loud ring on the door bell. It must be someone in a hurry.
(Kapı zili acı acı çalıyor. Acelesi olan birisi olmalı/olsa gerek.)
- You have been working all day. You must be tired.
(Sabahtan beri çalışıyorsun. Yorgun/yorulmuş olmalısın/yorulmuşsundur.)
- A: I changed my job. B: What? You must be joking.
(A: İşimi değiştirdim. B: Ne? Şaka yapıyor olmalısın/sanırım şaka bu.)
- My mother is coughing a lot. She must have caught cold.
(Annem çok öksürüyor. Üşütmüş/soğuk almış olmalı/galiba/sanırım üşüttü/soğuk almış.)
- The ground is wet. It must have rained during the night.
(Yerler ıslak. Gece yağmur yağmış olmalı/ olsa gerek/demek ki/anlaşılan gece yağmur yağmış.)
- I can't find my books. I must have left them at school.
(Kitaplarımı bulamıyorum. Okulda unutmuş/bırakmış olmalıyım/sanırım okulda unutmuşum/bırakmışım.)
- You must have studied hard for the exam. You got the highest mark.
(En yüksek notu aldığına göre demek ki/anlaşılan sınav için çok çalışmış olmalısın/olsan gerekir.)
- I can’t find the letter anywhere. It must have been thrown away.
(Mektubu hiçbir yerde bulamıyorum. Çöpe atılmış olmalı/çöpe atıldı/gitti galiba/sanırım.)
- I can't remember what I did with it. I must be getting old.
(Onu ne yaptığımı hatırlayamıyorum/hatırlamıyorum. Yaşlanıyor olmalıyım/sanırım/galiba/anlaşılan yaşlanıyorum.)
- It must be nice to live in Florida.
(Florida'da yaşamak çok hoş olmalı/olsa gerek/çok hoş bir şeydir diye tahmin ediyorum.)
- There's no heating on. You must be freezing.
(Isıtma/kalorifer yok/çalışmıyor. Donuyor/çok üşüyor olmalısın.)
- Eric ate everything on his plate except the pickle. He must not like pickles.
(Eric, turşu haricinde tabağında ne varsa/tabağındaki her şeyi yedi. Turşu sevmiyor olmalı/anlaşılan/demek ki turşu sevmiyor.)
* That must have been the right restaurant. There are no other restaurants on this street.
(Burası o restoran olmalı. Bu caddede başka restoran yok.)
* Why am I under arrest? There must be some mistake.
(Beni niye tutukladınız/neden göz altındayım? Bir yanlışlık/hata olmalı.)
* to be nice to someone
= to behave in a pleasant and friendly way towards someone
= (bir kimseye) iyi davranmak, nazik/kibar davranmak/olmak
bir kimseyle güzel/iyi ilgilenmek/alakadar olmak
(bir kimseyi) üzmemek, kırmamak
- They were very nice to me while I was ill.
(Hastayken bana çok iyi baktılar/benimle çok iyi ilgilendiler/alakadar oldular.)
- Promise you'll be nice to her when she comes back.
(Döndüğünde/geri/tekrar geldiğinde ona iyi davranacağına söz ver.)
- Why are you being so nice to me?
(Bana neden/niye çok iyi davranıyorsun/bu kadar naziksin?)
(Bana karşı neden böyle kibarsın/iyisin?)
- I'd be nice to me if I was you.
(Yerinde olsam, bana iyi davranırdım/bana karşı kibar/nazik olurdum.)
- Be nice to him, ok?
(Ona iyi davran/onu üzme, olur mu/tamam mı?)
- Are they being nice to her?
(Ona iyi/güzel davranıyorlar mı?)
- I wish you'd be nice to your brother.
(Keşke kardeşine iyi davransan.)
(Kardeşine iyi davranmanı istiyorum.)
* gonna
= written form of a reduction/contraction of "going to"
informal/conversational pronunciation of "going to"
= konuşma dilinde going to'nun kısaltması
- I'm gonna have about one week.
(Yaklaşık bir hafta kalacağım. Yaklaşık bir hafta bir vaktim/zamanım olacak/var.)
- What time you gonna pick me up?
(Beni saat kaçta alacaksın/alıyorsun?)
- I think I'm gonna sneeze. Give me a tissue.
(Sanırım/galiba hapşıracağım. Bir mendil ver/versene bana.)
- I'm gonna tell him the truth.
(Ona gerçeği/hakikati söyleyeceğim/anlatacağım.)
- What are you gonna do?
(Ne yapacaksın?)
* to have dinner
= to eat evening meal
= yemek yemek, akşam yemeği yemek
- I think the whole family should have dinner together at least once a week.
(Haftada en az bir defa/kere tüm ailenin birlikte akşam yemeği yemesi gerektiğini düşünüyorum.)
(Bence haftada en az bir defa bütün aile akşam yemeğinde bir araya gelmelidir/beraber akşam yemeği yemelidir.)
- We have dinner all together.
(Hep birlikte/beraber akşam yemeği/yemek yeriz.)
- Would you like to stay and have dinner?
(Akşam yemeğine kalmak ister misin/kalsana/kalır mısın?)
- Will you have dinner with me this evening?
(Bu gece benimle yemeğe çıkar mısın/beraber yemek yiyelim mi?)
- What time do you usually have dinner?
(Genelde akşam yemeğini kaçta yersiniz/yiyorsunuz?)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder