Learning English Through Movies & Videos
Pretty Woman -1A: May I help you?
(Buyrun, yardımcı olabilir miyim?/olayım.)
B: I'm just checking things out.
(Bir/sadece bakıyorum/göz atıyorum öyle.)
A: Are you looking for something in particular?
(Özellikle aradığınız/baktığınız/ilgilendiğiniz bir şey var mı/mıydı?)
(Aradığınız/baktığınız belirli bir şey var mı/mıydı?)
B: No... Well, yeah, something conservative.
(Hayır... ımm, evet, gösterişsiz/klasik/sade/süssüz/ağırbaşlı bir şeyler.)
A: Yes.
(Evet/tabi.)
B: You've got nice stuff...
(Güzel/çok hoş ürünleriniz var/ürünleriniz güzel/çok hoş.)
A: Thank you.
(teşekkür ederiz/teşekkürler.)
B: How much is this?
(Bunun fiyatı ne/ne kadar/bu kaç para?)
A: I don't think this will fit you.
(Bu elbisenin size olacağını/uyacağını düşünmüyorum.)
(Bence o elbise size olmaz/uymaz.)
B: Well, I didn't ask if it would fit, I asked how much it was.
(-bana- olup olmayacağını/olur mu diye sormadım, fiyatını/kaç para diye sordum.)
A: How much is this Marie?
(Bunun fiyatı ne/ne kadar Marie?)
C: It's very expensive!
(Çok pahalı/para!)
A: It's very expensive!
(Çok pahalı/para!)
B: Look! I've got money to spend in here.
(Bana bak/baksana/hey/baksana bana/dinle! Burada harcayacak/alışveriş yapabilecek param var.)
A: I don't think we have anything for you. You're obviously in the wrong place. Please, leave!
(Sizin için/size uygun bir şeylerimizin olduğunu sanmıyorum. Yanlış yere geldiğiniz çok açık/belli. Lütfen gidin/çıkın buradan!)
------ -------
* to check something out
= to have a look at; inspect
= bakmak, göz atmak, gözden geçirmek, incelemek, gözleriyle süzmek
- We're going to the mall to check out that new clothing store.
(Şu yeni açılan giyim mağazasına bakmak için/bakmaya alışveriş merkezine gidiyoruz.)
- Check out that guy in the top hat!
(Başında şapkası olan/şapkalı şu adama bakın!)
- If you liked that movie, you should check out the director's other films.
(O filmi sevdiysen/beğendiysen, yönetmenin öbür filmlerine de göz atmalısın/filmlerini de izlemelisin.)
- Check out the size of that diamond!
(Şu elmasın büyüklüğüne bak/şu elmas ne kadar da büyük baksana!)
- I became jealous when I saw my spouse checking the lifeguard out.
(Eşimin cankurtaranı süzdüğünü/cankurtarana baktığını görünce/fark edince kıskandım.)
- When she walked into the room, all the guys were checking her out.
(Odaya girdiği zaman, bütün erkekler ona bakıyordu/onu süzüyordu.)
* to look for
= to search for; seek
= aramak, bakmak, bulmaya çalışmak
- Were you looking for me?
(Beni mi arıyordun-uz?)
- He looked for his shoes under the bed.
(Yatağın altında ayakkabılarını aradı/ayakkabılarına bakındı.)
- I’m looking for Jim. Have you seen him?
(Jim'i arıyorum. Onu gördün mü?)
- Police were looking for clues as to the woman’s identity.
(Polis kadının kimliğine dair/ilişkin/kimliği hakkında/konusunda ipuçları arıyordu/bulmaya çalışıyordu.)
- Columbus was looking for a shorter route to India when he discovered America.
(Kolomb, Amerika'yı keşfettiğinde Hindistan'a kestirme bir yol arıyordu/bulmaya çalışıyordu.)
(Kolomb, Hindistan'a daha kısa/kestirme bir yol ararken/bulmaya çalışırken Amerika'yı keşfetti.)
- Some people look for love on the internet.
(Bazı/kimi insanlar aşkı internette arıyorlar/bulmaya çalışıyorlar.)
- I'm looking for Mr. William Wilson. Do you know where he lives?
(Bay William Wilson'ı arıyorum. Nerede yaşadığını/yaşadığı yeri biliyor musunuz?)
- I was late because I was looking for my keys.
(Anahtarlarımı aradığım/bulmaya çalıştığım için geç kaldım.)
* in particular
= (focus) especially, individually or specifically, particularly
= özellikle, bilhassa
- I want/wish to emphasize this point in particular.
(Özellikle/bilhassa bu hususu/konuyu vurgulamak/hususun/konunun altını çizmek istiyorum.)
(Bu hususun özellikle altını çizmek istiyorum.)
- I am pleased with this vivid portrait in particular.
(Benim özellikle/bilhassa bu canlı/parlak portre/resim hoşuma gitti.)
(Ben en fazla/çok bu canlı/parlak portreyi beğendim.)
- I would like to express my gratitude to everyone and in particular to my family.
(Başta ailem olmak üzere herkese teşekkür ederim.)
- I would like to express my gratitude to everyone, to my family in particular.
(Başta ailem olmak üzere herkese teşekkür ederim.)
- He never goes there in particular.
(Hele/özellikle oraya hiç/asla/hayatta gitmez.)
- Do you have anything to say in particular?
(Özellikle söyleyeceğin/söylemek istediğin bir şey var mı?)
- The children enjoyed the zoo; in particular, they liked the monkeys.
(Çocuklar hayvanat bahçesini çok beğendiler, özellikle de/en çok da maymunları sevdiler/maymunlar çocukların hoşuna gitti.)
- What in particular did you like about the last apartment that we saw?
(Baktığımız/gördüğümüz/gezdiğimiz en son daireyle ilgili olarak/en sonki dairede özellikle ne hoşuna gitti/hoşuna giden ne oldu?)
- He socialized with the other young people, one boy in particular.
(Diğer gençlerle sohbet etti/kaynaştı/takıldı, özellikle de bir gençle.)
* to fit someone
= to be the right size and shape for someone
= (elbise vs) olmak, yakışmak, gitmek, uymak, uygun olmak, oturmak
- Does this shirt fit you, or is it too big?
(Gömlek oldu/uydu mu, yoksa büyük mü geldi?)
- That dress fits you perfectly.
(O elbise sana çok güzel/tam oldu.)
- He was wearing pyjamas which did not fit him.
(Ona olmayan/dar/bol gelen pijama giyiyordu.)
(Üzerinde ona olmayan/dar/bol gelen pijama vardı.)
- The suit had fitted/fit well last year.
(Elbise geçen sene bana/üzerime güzel/tam oluyordu/oturuyordu.)
- The dress fitted her like a glove.
(Elbise ona tam oldu/onun üzerine cuk oturdu.)
- It is important that children’s shoes fit correctly.
(Çocuklara doğru/uygun numaralı ayakkabıların alınması önemlidir.)
- I like the suit, but the jacket doesn’t fit me.
(Takım elbise hoşuma gitti, ama ceket bana olmadı.)
- The dress fits, but it doesn't suit you.
(Elbise sana oldu/uygun ama sana güzel gitmedi/seni açmadı/sende güzel durmuyor/durmadı.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder