to resolve
= to find an answer or solution to (something)
to solve or end a problem or difficulty
to find a satisfactory way of dealing with a disagreement
to settle or solve (something)
= çözmek, çözüme ulaştırmak/kavuşturmak
halletmek, ortadan kaldırmak, gidermek
aşmak, çıkmak, atlatmak
to resolve english |
* The brothers finally resolved their conflict.
(Erkek kardeşler sonunda sorunlarını hallettiler/çözdüler/çözüme kavuşturdular.)
* The crisis was resolved by negotiation.
(Kriz görüşmelerle/müzakerelerle çözüldü/çözüme kavuşturuldu.)
* Both sides met in order to try to resolve their differences.
(Anlaşmazlıklarını/Aralarındaki ihtilafı çözüme kavuşturmak için/amacıyla iki taraf bir araya geldi.)
* A mediator has been called in to resolve the crisis.
(Ara bulucu krizin çözümü için/çözülmesi yönünde çağrıda bulundu.)
* We must find a way to resolve these problems.
(Bu sorunları çözmenin/halletmenin/ortadan kaldırmanın/gidermenin bir yolunu/çaresini bulmalıyız/bulmak zorundayız.)
* The firm aims to resolve problems within 30 days.
(Firma/Şirket sorunları 30 gün içinde çözmeyi/halletmeyi/gidermeyi/çözüme kavuşturmayı hedefliyor.)
* In time, all these minor problems will be resolved.
(Zamanla/Zaman içerisinde bu ufak tefek sorunların hepsi çözülecektir/ortadan kalkacaktır.)
* The issue has been resolved, although none of us is happy with the final outcome.
(Her ne kadar/Gerçi hiçbirimiz çıkan sonuçtan memnun olmasak da/kalmasak da/çıkan sonuç hiçbirimizi memnun etmese de sorun çözüme kavuşturuldu/halledildi/giderildi.)
* A meeting has been called to resolve the dispute.
(Anlaşmazlığı/İhtilafı gidermek/çözmek/çözüme kavuşturmak için bir toplantı yapılacağı/ayarlandığı duyuruldu.)
* Any problem that can be resolved with money isn't a problem, but the problem is that I'm poor.
(Parayla çözülebilen/halledilebilen bir sorun sorun değildir, ama sorun benim şu fakirliğimdir/parasızlığımdır.)
* Sometimes, the most vexed problems are resolved through simple solutions.
(Bazen en çetin/zorlu/ciddi problemler/sorunlar basit çözümlerle halledilir/halledilmektedir.)
* They haven't yet resolved their problems, but at least they're discussing them.
(Sorunlarını henüz halletmediler/gidermediler ama en azından sorunlarını tartışıyorlar/konuşuyorlar.)
* Hockey has long been searching for an ideal way to resolve its tied games.
(Hokeyde/Hokey oyununda berabere biten/sonuçlanan maçların ideal/en uygun bir şekilde çözülmesinin/sonuca bağlanmasının yolu/yöntemi uzun süredir araştırılıyor/araştırılmaktadır.)
* I'm sure these problems can be satisfactorily resolved.
(Bu sorunların/problemlerin memnun edici düzeyde/seviyede/boyutta/bir şekilde çözüleceğinden/halledileceğinden eminim/çözüleceğine inanıyorum.)
* Have you resolved the problem of transport yet?
(Nakliye sorununu hala çözemediniz mi/halledemediniz mi?)
* The office staff worked quickly and efficiently to resolve the problem.
(Ofis personeli/çalışanları sorunu/problemi halletmek/gidermek/çözmek için hızlı ve etkili bir şekilde çalıştılar.)
* The issue of the book's authorship was never resolved.
(Kitabın/Eserin kime ait olduğu/telif hakları sorunu/meselesi hiçbir zaman çözülemedi/hep sorun olarak kaldı.)
* The dispute over the song rights proved impossible to resolve.
(Şarkının telif hakları ile ilgili anlaşmazlığın/ihtilafın çözümünün/halledilmesinin imkansız olduğu/mümkün olmadığı ortaya çıktı/anlaşıldı/görüldü.)
* If we are patient the whole problem will resolve itself in due course.
(Sabredersek bütün sorun vakti/zamanı gelince kendiliğinden çözülecek.)
* His speech did nothing to resolve doubts about the company's future.
(Konuşmasında şirketin geleceğiyle ilgili endişeleri/kaygıları/belirsizliği ortadan kaldıracak hiçbir şey söylemedi/yoktu.)
* The environmental crisis is a global problem, and only global action will resolve it.
(Çevre sorunu/felaketi küresel/dünya çapında/tüm ülkeleri ilgilendiren bir sorundur ve ancak küresel bir eylem bu sorunu çözer.)
* The international community has tried to resolve the crisis.
(Uluslararası toplum sorunu çözmeye/sorunun üstesinden gelmeye çalışıyor.)
* We will resolve the issue as soon as possible.
(Meseleyi/Sorunu en kısa sürede/zamanda çözüme ulaştıracağız/kavuşturacağız.)
* I think someone with common sense ought to be able to resolve this.
(Bence/Bana göre sağduyusu olan/sağduyu sahibi herkes bunu/bu sorunu çözebilir.)
* After coming to power, the President tried to resolve the conflict.
(İktidara gelmesinin ardından başkan anlaşmazlığı/ihtilafı çözmeye/gidermeye çalıştı/uğraştı.)
* Microsoft is working with screen reader vendors to resolve this problem.
(Microsoft bu sorunu çözmek/gidermek/ortadan kaldırmak için ekran okuyucusu satıcılarıyla beraber çalışıyor.)
* We must teach our children to resolve their conflicts with words, not weapons.
(Çocuklarımıza sorunlarını/anlaşmazlıklarını silahla/kavgayla/dövüşerek değil konuşarak çözmelerini/halletmelerini öğretmeliyiz.)
* Successive elections have failed to resolve the country's ongoing political crisis.
(Birbiri ardına/Üst üste/Peş peşe yapılan seçimler ülkede devam eden/süregelen siyasi krize çözüm getiremedi/çözüm/ilaç/çare olamadı/siyasi krizi ortadan kaldıramadı/sonlandıramadı/bitiremedi/ortadan kaldırmayı/sonlandırmayı başaramadı.)
* The president is predisposed towards negotiation and favours a peaceful way of resolving the crisis.
(Başkan görüşmeye/müzakereye eğilimli/sıcak bakıyor ve krizin barışçıl bir yolla çözülmesi taraftarı/çözülmesini istiyor/destekliyor.)
* It is a big concern but we are working very hard on a solution to try and resolve the matter before it goes to court.
(Evet bu büyük/önemli/basit olmayan bir mesele/sorun fakat mahkemeye gitmeden/gerek kalmadan konuyu çözüme kavuşturmak için/çözüme kavuşturacak çözüm yolları üzerinde çok sıkı çalışıyoruz.)
* They are working diligently with me and I believe we will be able to resolve these difficult disputes once and for all.
(Gayretli/samimi bir şekilde benimle birlikte çalıyorlar/birlikte çalışıyoruz, bu zorlu/çetin ihtilafları/anlaşmazlıkları geçici olarak değil, temelli olarak çözebileceğimize/ortadan kaldırabileceğimize inanıyorum.)
* You might be able to resolve the problem by changing your default program settings.
(Varsayılan program ayarlarını değiştirerek sorunu giderebilirsiniz.)
* A: Do you work here?
(Burada mı çalışıyorsunuz?)
B: No, I'm wearing this nametag to resolve my painful identity crisis.
(Hayır/Yok (burada çalışmıyorum), bu yaka kartını, başıma bela olan/muzdarip olduğum/beni bezdiren kimlik krizinden/kargaşasından/bunalımından kurtulmak/çıkmak için/kurtulayım diye takıyorum.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder