18 Kasım 2015 Çarşamba

Çeviri Çalışmaları 12

Learn English Through News / Haberlerle İngilizce


End of the one-child policy

These children could be the first in generations to have a brother or sister.
China has decided to end its decades-long one-child policy.
All couples can now have two children as the country's ruling Communist party announced an ease of family planning restrictions.
It’s estimated that the controversial policy prevented about 400 million births since it began in 1979.
It was enforced to reduce the country's birth rate, in turn slowing the rapid growth of population.
Back in the 1950s, China's population was increasing by around 1.9% each year, after people were encouraged to have children to increase the workforce.
But the government decided that this was unsustainable, resulting in the one-child policy.
Those who flouted the rules were either fined, lost their jobs, or in some cases, mums were forced to abort their babies or be sterilised.
Some desperate parents gave up their babies, leaving them in so-called baby hatches.
It was for poor mums and dads who could not afford to keep their sick or disabled baby and so parents simply place a child in the hatch,
press an alarm button and then leave them behind be taken care of by the state.
Chinese families traditionally favour boys and so, if they can have only one child, some parents abandon girls and try again for a boy.
Under the 2013 reform, couples in which one parent is an only child were allowed to have a second child.
China's working age population continued to shrink in 2013, for the first time in decades, made worse by the one-child policy.
The drop means that China could be the first country in the world to get old before it gets rich.
Currently, there are no immediate details on the new policy or a time-frame for implementation.

haberlerle ingilizce türkçe çeviri
learn english news haberlerle ingilizce

------ -------
End of the one-child policy
end of something= bir şeyin sonu/sona erişi/bitişi
one= bir
child= çocuk
policy= politika, siyaset, ilke
one-child policy= bir/tek çocuk politikası
(Tek Çocuk Politikasının Sonu)

These children could be the first in generations to have a brother or sister. 
these= bunlar
children= çocuklar (child= çocuk/tekil)
could= Şimdiki zamanda ve gelecekte kesin olmamakla birlikte olasılık/ihtimal ifade etmek için kullanılır.
* A: Where are my keys?  B: They could be in the car.
  (A: Anahtarlarım nerede? B: Arabada olabilirler.)
* If we don't hurry we could be late.
  (Eğer acele etmezsek geç kalabiliriz.)
to be= olmak
first in something= bir şeyin içinde/arasında ilk/birinci, bir şeyin ilki/birincisi
generation= nesil, kuşak
to have= sahip olmak
brother= erkek kardeş
sister= kız kardeş
(Bu çocuklar bir erkek ya da kız kardeşi sahibi nesillerin ilki/ilk temsilcileri olabilirler.)

China has decided to end its decades-long one-child policy.
China= Çin
to decide= karar vermek, kararlaştırmak
* You don't have to decide right now.
  (Şu anda/Şimdi/Hemen karar vermek zorunda değilsin.)
to end something= sonlandırmak, bitirmek, devam ettirmemek, sürdürmemek
* I'd like to end my speech by thanking the people who made this conference possible.
  (Konuşmamı bana bu konferansı yapmama imkan sağlayanlara teşekkür ederek bitirmek/sonlandırmak istiyorum.)
its= onun (burada Çin'e refer ediyor/karşılık geliyor/Çin'in)
decade= on yıl
decades= on yıllar
days/weeks/months/decades/years-long= günler/haftalar/aylar/on yıllar/seneler süren/devam eden
(Çin on yıllar süren/on yıllar boyunca uygulanan tek çocuk politikasına son veriyor/politikasını sona erdiriyor/yürürlükten/uygulamadan kaldırıyor.)

All couples can now have two children as the country's ruling Communist party announced an ease of family planning restrictions.
all= bütün
couple= çift, eş, karı koca
can= ..ebilirlik/imkan/beceri manalarını veren modal.
* I can speak English.
  (İngilizce konuşabilirim/konuşabiliyorum.)
now= artık
two= iki
as= çünkü, ..dığı için, ..den dolayı
country= ülke
ruling= iktidar, yönetim, hükumet, iktidardaki, yönetimdeki
* I voted for the ruling party in last elections.
  (Son seçimlerde iktidar partisine/iktidardaki partiye oy verdim/oy attım/Son seçimlerde oyumu iktidar partisine verdim.)
Communist party= Komünist partisi
to announce= duyurmak, açıklamak, ilan etmek, haber vermek
* When will you announce the results?
  (Sonuçları ne zaman duyuracaksınız/açıklayacaksınız/ilan edeceksiniz?)
ease= kolaylık, serbestlik, genişlik
family= aile
planning= planlama
family planning= aile/nüfus planlaması
restriction= kısıtlama, sınırlama
(Ülkenin/Çin'in iktidardaki partisi Komünist partinin aile planlaması kısıtlamalarını gevşeteceğini duyurduğundan/duyurmasıyla bütün çiftler artık iki çocuk sahibi olabilecek.)

It's estimated that the controversial policy prevented about 400 million births since it began in 1979. 
to be estimated= tahmin edilmek, hesaplanmak
* The company's worth is estimated at 1 billion euros.
  (Şirketin değeri bir milyar avro olarak tahmin ediliyor.)
controversial policy= tartışmalı politika, tartışmalara yol açan/neden olan politika
to prevent= engel olmak, önlemek
* We should use public transport in order to prevent air pollution.
  (Hava kirliliğine engel olmak için toplu taşıma kullanmalıyız.)
about= yaklaşık, civarında, dolayında
birth= doğum
since= ..den beri/bu yana
* She has been working there since she graduated from college.
  (Üniversiteden mezun olduğundan beri/bu yana orada çalışıyor.)
to begin= başlamak
* How many days do we have left until summer vacation begins?
  (Yaz tatilinin başlamasına kaç günümüz kaldı/var?)
(Tartışmalı politikanın başladığı/uygulamaya konduğu 1979 yılından beri yaklaşık 400 milyon doğumu engellediği/doğuma mani olduğu tahmin ediliyor.)

It was enforced to reduce the country's birth rate, in turn slowing the rapid growth of population.
it= Bu zamir bir önceki cümlede bahsi geçen "tartışmalı tek-çocuk politikası"na refer ediyor/karşılık geliyor.
to be enforced= yürürlüğe konulmak, uygulanmak
* I demand that this plan be approved and enforced as soon as possible.
  (Bu planın en kısa sürede onaylanıp uygulanmasını talep ediyorum.)
to reduce= azaltmak, düşürmek
* The hiring plan will also reduce jobless rates.
  (İstihdam planı işsiz oranını da azaltacak/düşürecek.)
birth rate= doğum oranı/hızı
in turn= ki böylece/dolayısıyla, bu da, ..nın üzerine, ..nın sonucunda/neticesinde
* Stress causes your body to release chemicals, which in turn boost blood pressure.
 (Stres, vücutta kimya salınımına yol açar, bu da tansiyonu yükseltir.)
to slow= yavaşlatmak, hızını düşürmek
* Drugs can slow the progress of the disease.
  (İlaçlar hastalığın gelişimini/ilerlemesini yavaşlatabilir.)
rapid= hızlı
growth= büyüme, artma, artış
population= nüfus
rapid growth of population= hızlı nüfus artışı
(-Tartışmalı tek çocuk politikası- ülkenin/ülkedeki doğum oranını düşürmek için uygulamaya konuldu, bu da nüfus artış hızını yavaşlattı/ki bunun sonucunda nüfus artış hızı yavaşladı.)

Back in the 1950s, China's population was increasing by around 1.9% each year, after people were encouraged to have children to increase the workforce.
back in= ..dayken
* I learned back in high school.
  (Lisedeyken/Lise yıllarımda öğrendim.)
* We first met back in 1973.
  (İlk 1973 yılında/yılındayken tanışmıştık.)
to increase by something= bir şey oranında artmak/yükselmek/çıkmak/artış göstermek
* Production at this factory has increased by 20%.
  (Bu fabrikada üretim %20 arttı/artış gösterdi.)
around= yaklaşık, dolayında, civarında
each year= her sene/yıl
* Workers in France receive four weeks of paid vacation each year.
  (Fransa'da işçiler her yıl dört hafta ücretli izin alırlar/izne çıkarlar.)
after= yüzünden, nedeniyle
* After what she did to me, I'll never trust her again.
  (Bana yaptığı şeyden sonra/dolayı ona asla bir daha güvenmeyeceğim.)
* I'll never forgive him after what he said.
  (Söylediği şey sebebiyle onu asla affetmeyeceğim.)
people= insanlar (person= insan/tekil)
to be encouraged= teşvik edilmek
* Students are encouraged to contribute articles to the university magazine.
  (Öğrencilerin üniversite dergisinde makale/yazı yazmaları teşvik edilir/edilmektedir.)
to have children= çocuk yapmak, çocuk sahibi olmak
* I hope I live to see them get married and have children.
  (Umarım/İnşallah onların evlenip çocuk sahibi olduklarını görecek kadar yaşarım/ömrüm olur.)
workforce= iş gücü
(1950'lerde/1950'li yıllarda Çin nüfusu iş gücünü artırmak için çocuk yapmanın teşvik edilmesi nedeniyle her sene %1.9 civarında artıyordu/artmaktaydı.)

But the government decided that this was unsustainable, resulting in the one-child policy.
but= fakat, ama, lakin
government= hükümet, devlet yönetimi
this= bu (Burada nüfus artış oranına refer ediyor/karşılık geliyor.)
unsustainable= sürdürülemez, devam ettirilemez, altından kalkılamaz
to result in= sebep olmak, yol açmak, ile sonuçlanmak/neticelenmek, sonucunu doğurmak, meydana gelmek
* The university opened illegally in 2005 resulting in a police intervention.
  (Üniversite polis müdahalesiyle sonuçlanan/polisin müdahale etmesine yol açan olaylarla 2005 senesinde yasa dışı olarak/gayri resmi açıldı.)
(Fakat hükumet/devlet yönetimi bu nüfus artış oranının sürdürülemez olduğuna karar verdi ki bu da tek çocuk politikasını doğurdu.)

Those who flouted the rules were either fined, lost their jobs, or in some cases, mums were forced to abort their babies or be sterilised.
those= kimseler, kişiler
* I want to thank those who helped me.
  (Bana yardım edenlere/yardımcı olanlara teşekkür etmek istiyorum.)
to flout the rules= yasağa uymamak, yasağı delmek, yasağa karşı gelmek
* Some companies flout the rules and employ children as young as seven.
  (Bazı firmalar yasağa uymayıp yedi yaşındaki çocukları çalıştırıyor.)
either ... or ... = ya ... ya/veya/ya da ...
* If you want ice-cream, there's either raspberry, lemon or vanilla.
  (Dondurma istiyorsan ya frambuaz, ya limon ya da vanilyalı var.)
to be fined= para cezası verilmek, para cezasına çarptırılmak
* The man was nicked and fined.
  (Adam yakalandı/enselendi ve para cezasına çarptırıldı.)
to lose one's job= işini kaybetmek, işinden olmak
in some cases= bazı durumlarda, kimi zaman, bazen
mum= anne
to be forced to do something= bir şey yapmaya zorlanmak/mecbur bırakılmak, bir şey yapmak zorunda kalmak/bırakılmak
* The chairman of the board was forced to resign over the financial scandal.
  (Yönetim Kurulu Başkanı, mali skandal nedeniyle istifaya zorlandı/istifa etmek zorunda kaldı.)
to abort one's baby= bebeğini/çocuğunu aldırmak/düşürmek, kürtaj yapmak
* He paid for her to abort his baby.
  (Bebeğini aldırması/Kürtaj yapması için ona para verdi/ödedi.)
to be sterilised= kısırlaştırılmak
* Stray dogs should be sterilised.
  (Sokak köpekleri kısırlaştırılmalıdır.)
(Yasağı çiğneyen/Yasağa uymayan/Yasağa aykırı hareket eden kimseler ya para cezasına çarptırılıyor, işlerinden çıkarılıyor, ya da bazı durumlarda anneler/kadınlar zorla düşük yaptırılıyor veya kısırlaştırılıyordu.)

Some desperate parents gave up their babies, leaving them in so-called baby hatches.
some= bazı, kimi, bir takım
desperate parents= çaresiz aileler/ebeveynler/anne babalar
to give up= vazgeçmek, bırakmak, terk etmek
to leave something/someone in somewhere= bir şeyi/kimseyi bir yere bırakmak
so-called= sözde, sözüm ona, lafta, denilen
* I hate so-called "30 days" language courses.
  (Sözde otuz günlük dil kurslarını hiç sevmiyorum/kurslarına uyuz oluyorum.)
baby hatches= insanların bakmak istemedikleri bebeklerini bıraktıkları bebek bakım evleri/merkezleri
-Bakmak istemediğiniz/Sahip çıkmak istemediğiniz bebeği çöpe/kilise avlusuna bırakmayın, bu bölmelere/dolaplara bırakın, devlet ilgilensin.-
Dünyanın farklı ülkelerinde farklı isimlerle mevcut olan baby hatches merkezleri

(Kimi çaresiz aileler, sözüm ona bebek bakım merkezlerine bırakmak suretiyle/terk etmek çocuklarından vazgeçiyorlardı.)

It was for poor mums and dads who could not afford to keep their sick or disabled baby and so parents simply place a child in the hatch, press an alarm button and then leave them behind be taken care of by the state.
it= "baby hatch/bebek bakım merkezi"ne refer ediyor/karşılık geliyor.
to be for something= bir şey için olmak, bir şeye yönelik olmak
poor= fakir, gariban
mums and dads= anne babalar
could= ..ebilirlik/imkan/beceri manalarını veren "can" modalinin past/geçmiş zaman formu
* I could not sleep last night.
  (Dün gece uyuyamadım.)
to afford to do something= bir şey yapmaya maddi anlamda güç yetirmek/maddi gücü el vermek
to keep= bakmak, ilgilenmek
* We can't keep the baby.
  (Bebeğe bakamayız/Bebek bizde kalamaz.)
sick= hasta
disabled= engelli, özürlü
so= böyle, bu şekilde, bu durumdaki
* For this exercise, you have to put your hands like so.
  (Bu egzersizde ellerinizi böyle koymanız gerekiyor.)
simply= kolayca, basitçe, basit bir şekilde (uygulanması gereken bir sürü prosedürü olmadan)
to place something in something= bir şeyi bir şeyin içine koymak/bırakmak
hatch= açılır kapaklı bölme (anne babaların bebeklerini bıraktıkları bölme) bakınız resim
baby hatches merkezlerinin kullanma yönergesi, kapağı aç ve kapa, işte bu kadar!
to press an alarm button= alarm/ikaz düğmesine/butonuna basmak
to leave someone behind= ardında bırakmak, terk etmek
* I won't leave my baby behind.
  (Bebeğimi bırakmayacağım/bırakmam/terk etmeyeceğim/Bebeğimi almadan/Bebeğim olmadan gitmem.)
to be taken care of by= tarafından bakılmak/büyütülmek
* He is taken care of by his uncle.
  (Amcası tarafından bakılıyor/Ona amcası bakıyor.)
state= devlet
(Bebek bakım merkezleri hasta ya da özürlü bebeklerine bakamayacak kadar fakir olan gariban anne babalara yönelikti, böyle/bu durumdaki anne babalar çocuğu kolayca bölmeye yerleştirip alarm düğmesine basıyor ve devlet tarafından bakılmak/büyütülmek üzere çocuğunu bırakıyordu/terk ediyordu.)

Chinese families traditionally favour boys and so, if they can have only one child, some parents abandon girls and try again for a boy.
traditionally= geleneksel olarak, genelde, eski zamanlardan beri
to favour= tercih etmek, daha çok istemek/sevmek
* I generally favour travelling by night, when the roads are quiet.
  (Genelde gece seyahat etmeyi tercih ediyorum, bilirsin/hani yollar sakin oluyor ya.)
boy= erkek çocuk
and so= bu yüzden, bu nedenle, bundan ötürü
if= eğer, şayet, ..se/sa
they= onlar ("Chinese families/Çinli aileler"e refer ediyor/karşılık geliyor.)
to have a child= çocuk yapmak, çocuğu olmak, çocuk sahibi olmak
only one= sadece/yalnızca/tek bir tane
to abandon= terk etmek, bırakmak
* John abandoned his wife and joined the army.
  (John karısını terk edip/bırakıp orduya katıldı.)
girl= kız çocuk
to try again= tekrar/yeniden denemek
to try again for a boy= erkek çocuk sahibi olmak için tekrar hamile kalmaya çalışmak
(Çinli aileler genelde erkek çocukları tercih ettiği için, yalnızca bir çocuk sahibi olabileceklerinden, bazı aileler kız çocuklarını terk edip erkek çocuk için şanslarını bir daha deniyorlardı.)

Under the 2013 reform, couples in which one parent is an only child were allowed to have a second child.
under the 2013 reform= 2013 reformu çerçevesinde/kapsamında/doğrultusunda/gereğince
in which= ..dığı, .. olan
* Is that the film in which he kills his mother?
  (Bu onun, annesini öldürdüğü film değil mi?)
to be allowed to do something= bir şey yapmaya izin verilmek/izni olmak
* I'm allowed to leave this night.
  (Bu gece gitmeme/ayrılmama izin verildi.)
second= ikinci
to have a second child= ikinci bir çocuk yapmak, ikinci çocuğu yapmak/doğurmak
(2013 reformu kapsamında ebeveynlerden birinin tek çocuk olduğu/tek çocuklu aileden geldiği çiftlerin iki çocuk sahibi olmalarına izin verildi/müsaade edildi.)

China's working age population continued to shrink in 2013, for the first time in decades, made worse by the one-child policy.
working age population= çalışma yaşındaki nüfus
to continue= devam etmek, sürmek
* Prices will continue to rise.
  (Fiyatlar artmaya/yükselmeye devam edecek/yükselişini sürdürecek.)
to shrink= küçülmek, düşmek, azalmak
* Salt Lake continues to shrink.
  (Tuz Gölü küçülmeye devam ediyor.)
for the first time= ilk kez, ilk defa
for the first time in decades= onlarca yılın ardından ilk defa, bir kaç on yılın ardından ilk defa
to make worse by something= ile kötüleştirmek/ daha kötü bir hale getirmek
(Tek çocuk politikasının durumu daha da kötüleştirmesiyle, Çin'in çalışma yaşındaki nüfusu onlarca yılın ardından ilk defa 2013 senesinde düşüşünü sürdürdü.)

The drop means that China could be the first country in the world to get old before it gets rich.
drop= düşüş
to mean= anlamına gelmek, demek olmak, göstermek, ortaya koymak
* That doesn't mean she doesn't care.
  (Bu onun umursamadığı anlamına gelmiyor/gelmez/umursamadığını göstermez.)
world= dünya
to get old= yaşlanmak
* He is getting old, but he is as healthy as ever.
  (Yaşlanıyor ama sağlığından bir şey kaybetmiyor.)
before= ..meden önce
* Where did you live before coming to Bursa?
  (Bursa'ya gelmeden önce nerede yaşıyordun/oturuyordun/yaşadın/oturdun?)
it= o zamiri (country/ülke kelimesine refer ediyor/karşılık geliyor)
to get rich= zenginleşmek, zengin olmak
* His only purpose in life was to get rich.
  (Onun hayattaki tek amacı/hedefi zengin olmaktı.)
(Bu düşüş, Çin'in dünyada zenginleşmeden önce yaşlanan ilk ülke olabileceği anlamına geliyor/olabileceğini gösteriyor/ortaya koyuyor.)

Currently, there are no immediate details on the new policy or a time-frame for implementation.
currently= şu anda, halihazırda
immediate details on something= bir şeyle ilgili/bir şey hakkında direkt/birincil/yetkili ağızdan/kaynaktan alınan/öğrenilen detaylar/ayrıntılar
new= yeni
time-frame= süre, zaman, zaman dilimi/aralığı/çerçevesi
implementation= uygulama, yürürlüğe koyma, uygulamaya geçirme, hayata geçirme
(Şu anda yeni yasa ve yasanın ne zaman uygulamaya geçirileceği ile ilgili yetkililer tarafından herhangi bir ayrıntılı bilgi verilmiş değil.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder