to be neither here nor there
= to not be connected with the subject being discussed
Cliché of no consequence or meaning; irrelevant and immaterial
to not be important
= ilgisiz, konu dışı, mevzuyla alakasız, yersiz, kelalaka
biz ne diyoruz sen ne diyorsun, bunun konumuzla ne ilgisi/alakası var
konumuz bu değil, önemli olan bu değil
önemsiz, mesele olmayan/değil, başka şeyin yanında devede kulak
neither here nor there english idiom phrase |
* Whether you go to the movie or stay at home is neither here nor there.
(İster sinemaya git ister evde kal, hiç önemli değil/fark etmez.)
* Your comment—though interesting—is neither here nor there.
(Gerçi/Her ne kadar ilginç olsa da, yorumunuzun konumuzla ne alakası var?/bir alakası yok ki!)
* I've listened to your argument. It's neither here nor there. In other words, it's quite irrelevant.
(Tezinizi/Söylediklerinizi dinledim. Valla konumuzla hiç bir ilgisi yok/konumuzla ne ilgisi var çıkaramadım/anlayamadım. Diğer bir deyişle, kelalaka.)
* What I think about your husband is neither here nor there.
(Kocanla ilgili düşüncelerimin yeri değil/konumuzla bir ilgisi yok/Kocanla ilgili ne düşündüğümün bir önemi yok.)
* The fact that her family has no money is neither here nor there.
(Ailesinin parasının olmaması/fakir olması konumuz değil/önemli değil.)
* The fact that she needed the money for her children is neither here nor there - it's still stealing.
(Paraya çocukları için ihtiyaç duyduğunun bir önemi yok/konuyla alakası yok. Bu yine de hırsızlık demektir.)
* Perhaps you did stay up late finishing your homework. That's neither here nor there. You still must come to school on time.
(Ödevini bitirmek için geç yatmış olabilirsin. Bunun bir önemi yok. Öyle olsa da okula yine zamanında/vaktinde gelmek zorundasın.)
* A: John has applied for the scholarship. His grades really aren't that outstanding. He doesn't do any community service. What do you think of his suitability for the scholarship?
(John burs için başvurdu/burs başvurusunda bulundu. Aman aman/Olağanüstü bir okul puanı yok/Notları öyle olağanüstü değil. Kamu hizmetinde de çalışmıyor. Ne dersin sence burs almayı hak edebilir mi?)
B: Well, he really dresses neatly.
(Hımm, çok düzgün/özenli giyiniyor.)
A: That's neither here nor there. We should focus on his academic abilities.
(Ya ben ne diyorum/neyden bahsediyorum sen ne diyorsun/neyden bahsediyorsun/Giyiminin düzgün olmasının bir önemi yok/Burs vermede aranan şartlarla kıyafetin ne alakası var. Akademik/Eğitimle ilgili becerileri/yetenekleri/üstün vasıfları üzerinde durmalıyız/becerilerini ön plana çıkarmalıyız.)
* It's essential that she has this medication, and the cost is neither here nor there.
(Bu ilacı/ilaçları alması şart, fiyatını düşünmeyin/aklınıza getirmeyin bile/fiyatının ne olduğunun bir önemi yok/fiyat konusu bu tedavinin gerekliliği yanında devede kulak.)
* Her age is neither here nor there – the real question is, can she do the job?
(Yaşı konumuz/önemli/mühim değil, asıl konu/mesele, işi yapabilir/becerebilir mi/işin altından kalkabilir mi?)
* The boys all like the coach but that's neither here nor there; the question is, "Does he know how to teach football?"
(Bütün çocuklar koçu/antrenörü seviyor ama bunun bir önemi yok, önemli olan şu, "O/Antrenör futbol öğretmeyi biliyor mu/futbol öğretmekten anlıyor mu?")
* You pay for the movie and I'll get the dinner check, or vice versa-it's neither here nor there.
(Sen sinemayı ısmarlarsın, ben de yemeği ısmarlarım, ya da tam tersi, önemli değil/fark etmez.)
* Personal wants are neither here nor there in a national emergency.
(Bir ulusal/milli krizde/Tüm ulusu ilgilendiren bir meselede kişisel ihtiyaçların/isteklerin bir önemi yoktur.)
* Whether they go or not is neither here nor there as far as I'm concerned.
(İster gitsinler ister gitmesinler/Gidip gitmemelerinin benim için/açımdan bir önemi yok/fark etmez.)
* I know Walter is your brother, but that’s neither here nor there—he was at fault in the accident.
(Walter kardeşin, biliyorum ama bunun bir önemi yok, kardeşin kazada hatalıydı/suçluydu.)
* Why the problem wasn't discovered earlier is neither here nor there. What's important now is to find a solution.
(Sorunun niye daha önce fark edilmediğinin bir önemi yok. Şu an önemli olan, bir çözüm bulmaktır.)
* I'm not interested in her opinion on this matter. Her views are neither here nor there to me.
(Bu konuda onun ne düşündüğü beni ilgilendirmiyor. Görüşlerinin/Düşüncelerinin bir önemi yok.)
* Whether we take the train or drive is neither here nor there as far as I'm concerned.
(İster trenle gidelim ister arabayla, benim için önemli değil/fark etmez.)
* Our boss says a person's private life is neither here nor there if they do a good job.
(Patronumuz iyi iş çıkardıktan/işini iyi yaptıktan sonra kişinin özel hayatının önemli olmadığını/kendisini ilgilendirmediğini söylüyor.)
* Whether or not I agree with you is neither here nor there.
(Seninle aynı fikirde olup olmamam önemli değil/Sana katılıp katılmadığımın konumuzla bir ilgisi yok.)
* Whether we like a band or not is neither here nor there. The only thing that matters is whether we can sell enough tickets to their concert.
(Grubu sevmemizin ya da sevmememizin bir önemi yok/Grubu sevsek ne olur sevmesek ne olur! Önemli olan/Beni ilgilendiren tek şey konserlerinde yeterince bilet satabiliyor muyuz satamıyor muyuz.)
* Her popularity among the other teachers is neither here nor there. What's important is her ability to teach her students.
(Diğer öğretmenler arasındaki popüleriterliğinin bir önemi yok. Önemli olan şey, öğrencilere öğretme yeteneğidir/kabiliyetidir/Ben öğrencilere öğretme kabiliyetine bakarım.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder