8 Kasım 2015 Pazar

Çeviri Çalışmaları 11

Learn English Through News / Haberlerle İngilizce



Blair is sorry for the mistakes in Iraq war

Tony Blair has acknowledged that the 2003 Iraq invasion played a role in the rise of the Islamic State militant group.
In an interview with CNN, the former prime minister also apologised for mistakes made in respect to the war.
Mr Blair expressed regret over false intelligence suggesting the country had weapons of mass destruction,
which was used as a justification for the action.
He also admitted that those who removed Saddam Hussein, do bear some responsibility for the current situation in Iraq.
But he said it was hard to apologise for removing the former leader as the country may have degenerated into civil war, much like Syria.
Critics say the US decision to disband Saddam Hussein's army after the invasion created a huge security vacuum exploited by al Qaeda,
eventually replaced by Islamic State.
Mr Blair's comments come shortly before Sir John Chilcot is set to announce a timetable for completion of an investigation into the war.
The six-year public inquiry into the conflict is yet to publish its findings.
Family members of soldiers killed in the Iraq war have threatened legal action if it is not released soon.

türkçe çeviri örnek cümle
learn english news haberlerle ingilizce

------- ---------
Blair is sorry for the mistakes in Iraq war
Blair= Tony Blair, Irak Savaşına ABD ile birlikte giren İngiltere'de dönemin başbakanı.
to be sorry for something= bir şeyden dolayı özür dilemek
* I'm sorry for keeping a secret from you.
  (Senden sır sakladığım için özür dilerim.)
mistake= hata, yanlış
war= savaş
(Blair, Irak savaşında yapılan hatalardan/yanlışlardan dolayı özür diledi/üzgün/pişman olduğunu ifade etti.)

Tony Blair has acknowledged that the 2003 Iraq invasion played a role in the rise of the Islamic State militant group.
to acknowledge= (bir şeyin doğruluğunu/bir gerçeği) kabul etmek/tasdik etmek/teyit etmek
* They acknowledged that the decision was a mistake.
  (Kararın bir hata olduğunu/Hatalı karar verdiklerini kabul ettiler/itiraf ettiler.)
invasion= işgal, istila
to play a role in something= bir şeyde rol oynamak/rol üstlenmek/payı/etkisi olmak
* Culture plays a dynamic role in shaping an individual's character, attitude, and outlook on life.
  (Kültür bir bireyin karakterinin, davranışının ve hayata bakış açısının şekillenmesinde dinamik bir rol oynar.)
  (Bir bireyin karakterinin, davranışının ve hayata bakış açısının şekillenmesinde kültürün çok büyük rolü/etkisi/payı vardır.)
rise= yükseliş
Islamic State militant group= Işid/Daeş terör örgütü
(Tony Blair, 2003 Irak işgalinin Işid'in/Daeş'in yükselişinde etkili olduğunu kabul etti/itiraf etti.)

In an interview with CNN, the former prime minister also apologised for mistakes made in respect to the war. 
interview= röportaj, mülakat
former= eski, sabık
prime minister= başbakan
also= de/da, ayrıca, keza
also kullanımı hakkında geniş bilgi için tıklayınız
to apologise for something= bir şey için özür dilemek/beyan etmek
* I apologise for not coming sooner.
  (Daha çabuk/erken/önce gelemediğim için özür dilerim/kusura bakma.)
to make= (hata vb) yapmak/işlemek
* If you make a mistake you pay the price.
  (Hata yaparsan bedelini ödersin/bedeline/sonucuna katlanırsın.)
in respect to= hususunda, ile ilgili olarak
* In respect to the new contract, we have some questions.
  (Yeni sözleşmeyle ilgili olarak/sözleşme hakkında bazı sorularım var/birkaç sorum var.)
(CNN ile yaptığı röportajda, eski başbakan ayrıca savaşla ilgili yapılan/işlenen hatalardan dolayı da özür diledi.)

Mr Blair expressed regret over false intelligence suggesting the country had weapons of mass destruction, which was used as a justification for the action.
to express regret over something= bir şey hakkında üzüntüsünü dile getirmek/ifade etmek
* The EC expressed regret over Slovenia's announcement.
  (AK -Avrupa Komisyonu-, Slovenya'nın açıklamasından duyduğu üzüntüyü dile getirdi.)
false intelligence= yanlış/hatalı istihbarat
to suggest= ileri sürmek, iddia etmek
* Are you seriously suggesting she did this on purpose?
  (Cidden onun bunu bilerek/kasıtlı yaptığını mı iddia ediyorsun?)
country= ülke
to have weapons of mass destruction= kitle imha silahlarına sahip olmak
to be used as= olarak kullanılmak/yararlanılmak
* This room is used as a kitchen.
  (Bu mekan/yer mutfak olarak kullanılıyor.)
justification for= bir şey için/bir şeye gerekçe/haklı neden/meşruiyet
* There is no justification for the killing of innocent people.
  (Masum/Suçsuz insanları öldürmenin hiçbir gerekçesi yoktur/olamaz.)
action= muharebe, savaş, askeri harekat
to be used as a justification for the action= askeri harekatın gerekçesi olarak kullanılmak/gösterilmek
(Bay Blair, askeri harekatın gerekçesi olarak kullanılan ülkede-Irak'ta- kitle imha silahlarının bulunduğunu ileri süren istihbaratın yanlış/hatalı olmasından dolayı üzüntülerini ifade etti/üzgün olduğunu söyledi.)

He also admitted that those who removed Saddam Hussein, do bear some responsibility for the current situation in Iraq.
to admit= itiraf etmek, kabul etmek
* I must admit that I got beaten.
  (Kabul etmeliyim ki yenildim/Yenildiğimi kabul etmem gerekiyor.)
those= onlar, kimseler, kişiler
* There are three different types of people in the world: those who can count, and those who can't.
  (Dünyada üç tip insan vardır: Sayı sayabilenler ve sayamayanlar.)
to remove someone= görevden almak/uzaklaştırmak, azletmek
* Officials who were involved in the scandal were removed from office.
  (Skandala karışan yetkililer görevden alındılar/uzaklaştırıldılar.)
to bear responsibility for something= bir şeyin sorumluluğunu taşımak/sorumlusu olmak, bir şeyde sorumluluğu/payı olmak
* I'm ashamed to say, we bear some responsibility for that.
  (Utanarak belirtiyorum/söylüyorum, bunda bizim de payımız/sorumluluğumuz var.)
current situation= mevcut/şimdiki/bugünkü/şu anki durum/hal, gelinen durum/nokta
(Ayrıca Irak'ın bugünkü durumundan Saddam Hüseyin'i devirenlerin de sorumlu olduğunu kabul etti.)

But he said it was hard to apologise for removing the former leader as the country may have degenerated into civil war, much like Syria.
but= ama, fakat, bununla birlikte
to say= söylemek, ifade etmek
hard= zor, güç, kolay olmayan
leader= lider, başkan
may have been/done= "..mış olabilir/..e bilirdi" şeklinde geçmişle ilgili ihtimal/olasılık manası ifade eden kalıp.
* He was ill this morning. He may have gone home.
  (Bu sabah hastaydı. Eve gitmiş olabilir.)
* Let's not visit them now. They may have gone to bed.
  (Şimdi/Bu saatte ziyaretlerine gitmeyelim. Yatmış olabilirler.)
to degenerate into something= (kötüleşerek/bozularak) bir şeye dönüşmek, halini almak
* When some bystanders tried to attack Delenn, the situation began to degenerate into a large fight.
  (Kenarda duran bazı kimseler Delenn'e saldırmaya çalışınca, olay büyük bir kavgaya dönüşmeye başladı/olay büyük bir kavga halini almaya başladı.)
civil war= iç savaş
much like= oldukça benzer şekilde, tıpkı/aynen ..dığı gibi
* It runs in a separate window on the Windows 7 desktop, much like a program.
  (Bir programa oldukça benzer şekilde Windows 7 masaüstünde ayrı bir pencere olarak çalışır.)
(Fakat Irak'ın aynen Suriye'de olduğu gibi bir iç savaşa sürüklenme ihtimali olduğundan ülkenin eski lideri-Saddam'ı- devirmekten dolayı özür dilemekte zorlanacağını söyledi.)

Critics say the US decision to disband Saddam Hussein's army after the invasion created a huge security vacuum exploited by al Qaeda, eventually replaced by Islamic State.
critics= eleştirmenler
US= (United States) Birleşik Devletler/ABD
decision= karar
to disband= dağıtmak, terhis etmek, lağvetmek
* All the armed groups will be disbanded.
  (Tüm silahlı gruplar/birlikler lağvedilecek/terhis edilecek.)
army= ordu
after= sonrasında, ardından
to create= meydana getirmek, oluşturmak, ortaya çıkarmak, neden olmak, yol açmak
* The separatist movement is creating conflict within the country.
  (Ayrılıkçı hareket ülke içinde çatışmaya neden oluyor/yol açıyor/çatışma meydana getiriyor.)
huge= çok büyük, geniş ölçekte
security vacuum= güvenlik boşluğu
to exploit= faydalanmak, istifade etmek, yararlanmak
* The country has resources, but can't exploit them.
  (Ülkenin kaynakları var, ama yararlanamıyor/faydalanamıyor.)
al Qaeda= el-Kaide terör örgütü
eventually= zamanla, sonunda
to replace by= yer değiştirmek, yerini almak, yerine geçmek
* Steam trains were replaced by electric trains.
  (Buharlı trenlerin yerini elektrikli trenler aldı.)
(Eleştirmenler Birleşik Devletler'in işgalin ardından Saddam'ın ordusunu dağıtma/feshetme kararının zamanla yerini Işid'e bırakacak olan el-Kaide'nin faydalandığı/işine geldiği çok büyük bir güvenlik boşluğuna yol açtığını söylüyor/yol açtığı görüşündeler.)

Mr Blair's comments come shortly before Sir John Chilcot is set to announce a timetable for completion of an investigation into the war. 
comment= yorum, görüş, açıklama
to come= gerçekleşmek, vuku bulmak, yaşanmak
* His father waited for a phone call that never came.
  (Babası hiçbir zaman gerçekleşmeyen bir telefon araması bekledi.)
shortly before= ..den hemen önce/kısa bir süre önce, ..nın hemen öncesinde
to be set to do something= bir şey yapmaya hazır olmak, bir şey yapma noktasında olmak
* I was just set to go when the phone rang.
  (Telefon çaldığında tam çıkmaya/evden gitmeye hazırlanmıştım/gitmek üzereydim.)
to announce a timetable for= bir şey için/hakkında takvim/gün/tarih açıklamak/vermek
competion= bitiş, sona erme, tamamlanma
investigation into something= bir şey hakkındaki/bir şeye dair soruşturma
(Bay Blair'in açıklamaları tam da Sir John Chilcot'un savaş soruşturmasının ne zaman tamamlanacağına dair bir takvimi duyurmaya hazırlanmasından hemen önce gerçekleşti.)

The six-year public inquiry into the conflict is yet to publish its findings. 
two/five-year= iki/beş yıllık
* Aragones signs two-year deal with Fenerbahce.
  (Aragones Fenerbahçe ile iki yıllık anlaşma/sözleşme imzaladı.)
public inquiry into something= bir şey hakkında/ile ilgili kamu soruşturması
conflict= savaş
to be/have yet to (do something)= henüz gerçekleşmemiş ama ileride gerçekleşebilecek eylem, beklendiği/gerektiği halde gerçekleşmemiş eylem
* The boy is yet to be found.
  (Çocuk hala kayıp/bulunamadı/bulunabilmiş değil.)
  (Aramalar devam ediyor, bulunması gerçekleşebilir anlamında...)
* The Scottish Office has yet to make a formal announcement.
  (İskoç makamları/yetkililer henüz resmi bir açıklamada bulunmadılar.)
  (Şu ana kadar bulunmadılar ama açıklama yapmaları gerek/bekleniyor/yapmalarını bekliyoruz... anlamında...)
to publish= yayınlamak, kamuoyuna açıklamak, duyurmak
finding= bulgu, tespit, saptama, sonuç
(Irak savaşıyla ilgili iki yıldır süren/iki yıllık kamu soruşturmasının sonuçları henüz yayınlanmış/kamuoyuna açıklanmış değil/yayınlanmadı/kamuoyuna açıklanmadı.)

Family members of soldiers killed in the Iraq war have threatened legal action if it is not released soon.
family members= aile üyeleri/bireyleri/fertleri
soldier= asker
killed= öldürülmüş, ölen, öldürülen
to threaten legal action= dava açmakla/hukuki/yasal yollara başvurmakla tehdit etmek
if= eğer, şayet
it= burada bir önceki cümlede geçen "public inquiry's findings/kamu soruşturmasının sonuçları"na refer ediyor.
to be released= yayınlanmak, duyurulmak, ilan edilmek, açıklanmak
* The cause of his death was not released.
  (Ölüm nedeni açıklanmadı.)
soon= en kısa sürede/zamanda,  bir an önce
(Irak savaşında ölen/öldürülen askerlerin aileleri kamu soruşturmasının sonuçlarının bir an önce açıklanmaması halinde hukuki yollara başvuracakları tehdidinde bulundular/bulunuyorlar.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder