to deal with
= to try to find a solution to a problem
to take action to do something, especially to solve a problem
= (konu, sorun, mesele) ilgilenmek, uğraşmak
çözmeye çalışmak, çözüm aramak
deal with english phrasal verb |
* I had problems I had to deal with.
(İlgilenmem/Çözmem/Halletmem gereken sorunlarım vardı.)
* Nick's in trouble and we're going to have to deal with it as a matter of urgency.
(Nick'in başı dertte/belada ve bununla acil olarak ilgilenmemiz gerekiyor.)
* We must deal with this problem as soon as we can.
(Elimizden geldiğince bu sorunla ilgilenmek/bu soruna çözüm aramak zorundayız.)
* Can you deal with this gentleman's complaint?
(Bu beyefendinin şikayetiyle ilgilenebilir misiniz?)
* I can't deal with that problem right now.
(Şu anda o sorunla ilgilenemem/o soruna vakit ayıramam.)
* It hasn't been easy for Tom to deal with Mary's health problems.
(Mary'nin sağlık sorunlarıyla ilgilenmek/uğraşmak Tom için kolay değildi.)
* How do you intend to deal with this problem?
(Bu problemi nasıl çözmeyi düşünüyorsun/planlıyorsun?)
* We've got much bigger problems to deal with right now.
(Şu anda ilgilenecek/uğraşacak daha büyük sorunlarımız var.)
* I spent a great deal of time dealing with that problem last week.
(Geçen hafta bir sürü zamanımı o sorunu çözmek için harcadım/o sorunla ilgilenmeye ayırdım.)
* The first step towards dealing with a problem is accepting that it exists.
(Bir soruna çözüm bulmanın/sorunla baş etmenin ilk adımı, o sorunun varlığını/sorunun var olduğunu kabul etmektir.)
* I've been trained to deal with this kind of problem.
(Bu tür sorunlarla baş etmek/ilgilenmek için/üzere eğitim aldım.)
* He's racking his brains about how to deal with the matter.
(Sorunu nasıl çözeceği üzerine kafa yoruyor/patlatıyor.)
* The government must now deal with the problem of high unemployment.
(Hükumetin yüksek işsizlik sorunuyla derhal ilgilenmesi gerekiyor.)
(Hükumetin yüksek işsizlik sorununa derhal el atması/bir çözüm bulması gerekiyor.)
* This is a matter that would be best dealt with by the police.
(Bu, polisin ilgilenmesi/halletmesi/çözüm bulması gereken bir mesele.)
* General enquiries are dealt with by our head office.
(Genel incelemelerle/soruşturmalarla genel merkezimiz ilgileniyor.)
* "I simply haven't got time to deal with the problem today", she said brusquely.
(Kaba/Sert bir şekilde "Valla açıkçası bugün bu sorunla ilgilenecek vaktim yok" dedi/diye söyledi.)
* In my judgment, we should let the solicitor deal with this.
(Bana kalırsa/Bana sorarsanız, bırakalım bu meseleyle avukat ilgilensin.)
(Bu meseleyi avukata havale etmemizin daha doğru olacağını düşünüyorum.)
* The council has failed to deal with the problem of homelessness in the city.
(Belediye meclisi şehirdeki evsizler sorununu çözmede başarısız oldu/çözemedi.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder