24 Kasım 2015 Salı

İngilizce Deyimler ve İfadeler 49

to deal with


= to try to find a solution to a problem
    to take action to do something, especially to solve a problem

= (konu, sorun, mesele) ilgilenmek, uğraşmak
     çözmeye çalışmak, çözüm aramak

ilgilenmek uğraşmak çözmeye çalışmak
deal with english phrasal verb


* I had problems I had to deal with.
  (İlgilenmem/Çözmem/Halletmem gereken sorunlarım vardı.)

* Nick's in trouble and we're going to have to deal with it as a matter of urgency.
  (Nick'in başı dertte/belada ve bununla acil olarak ilgilenmemiz gerekiyor.)

* We must deal with this problem as soon as we can.
  (Elimizden geldiğince bu sorunla ilgilenmek/bu soruna çözüm aramak zorundayız.)

* Can you deal with this gentleman's complaint?
  (Bu beyefendinin şikayetiyle ilgilenebilir misiniz?)

* I can't deal with that problem right now.
  (Şu anda o sorunla ilgilenemem/o soruna vakit ayıramam.)

* It hasn't been easy for Tom to deal with Mary's health problems.
  (Mary'nin sağlık sorunlarıyla ilgilenmek/uğraşmak Tom için kolay değildi.)

* How do you intend to deal with this problem?
  (Bu problemi nasıl çözmeyi düşünüyorsun/planlıyorsun?)

* We've got much bigger problems to deal with right now.
  (Şu anda ilgilenecek/uğraşacak daha büyük sorunlarımız var.)

* I spent a great deal of time dealing with that problem last week.
  (Geçen hafta bir sürü zamanımı o sorunu çözmek için harcadım/o sorunla ilgilenmeye ayırdım.)

* The first step towards dealing with a problem is accepting that it exists.
  (Bir soruna çözüm bulmanın/sorunla baş etmenin ilk adımı, o sorunun varlığını/sorunun var olduğunu kabul etmektir.)

* I've been trained to deal with this kind of problem.
  (Bu tür sorunlarla baş etmek/ilgilenmek için/üzere eğitim aldım.)

* He's racking his brains about how to deal with the matter.
  (Sorunu nasıl çözeceği üzerine kafa yoruyor/patlatıyor.)

* The government must now deal with the problem of high unemployment.
  (Hükumetin yüksek işsizlik sorunuyla derhal ilgilenmesi gerekiyor.)
  (Hükumetin yüksek işsizlik sorununa derhal el atması/bir çözüm bulması gerekiyor.)

* This is a matter that would be best dealt with by the police.
  (Bu, polisin ilgilenmesi/halletmesi/çözüm bulması gereken bir mesele.)

* General enquiries are dealt with by our head office.
  (Genel incelemelerle/soruşturmalarla genel merkezimiz ilgileniyor.)

* "I simply haven't got time to deal with the problem today", she said brusquely.
  (Kaba/Sert bir şekilde "Valla açıkçası bugün bu sorunla ilgilenecek vaktim yok" dedi/diye söyledi.)

* In my judgment, we should let the solicitor deal with this.
  (Bana kalırsa/Bana sorarsanız, bırakalım bu meseleyle avukat ilgilensin.)
  (Bu meseleyi avukata havale etmemizin daha doğru olacağını düşünüyorum.)

* The council has failed to deal with the problem of homelessness in the city.
  (Belediye meclisi şehirdeki evsizler sorununu çözmede başarısız oldu/çözemedi.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder