to pay lip service to
= to respect/support for something insincerely
to express respect for something even though it is the opposite of what one thinks
to appear to agree with or support someone or something but to not really support, believe in or agree with it.
= sözde/samimiyetsizce bağlılık/saygı göstermek
destekler gibi görünmek, lafta desteklemek
inanır gibi yapmak, özde değil sözde bağlılık/destek
pratiğe/eyleme/icraata dönüştürmeyip sadece lafta inanmak/desteklemek
gönülden inanmadan sadece diliyle evet demek
sözlerinde samimi olmamak
pay lip service to english idiom phrase |
* They pay lip service to equality but they don’t want to do anything about it.
(Hep eşitlikten bahsederler/dem vururlar ama icraata gelince tık yok.)
* Most people only paid lip service to the state religion.
(Çoğu insan resmi dine inanıyormuş/bağlıymış gibi yaptı.)
* You don't really care about politics. You're just paying lip service to the candidate.
(Politikayı gerçekte umursamazsın/önemsemezsin. Adayı sadece laf olsun destekliyorsun.)
* Obama paid lip service to closing Guantanamo, but he hasn't taken action yet.
(Obama sözde Guantanamo'nun kapatılacağını söyledi/söylemişti ama henüz bir icraat yok.)
* He had done no more than pay lip service to their views.
(Onların görüşleri/düşünceleri için lafta destekten başka bir şey yapmadı.)
* He says he supports the idea of voluntary work, but in fact he's just paying lip service.
(Gönüllü çalışma fikrini desteklediğini söylüyor ama aslında gönülden konuşmuyor/sözlerinde samimi değil.)
* We will see if Europe will pay lip service over migrant crisis.
(Avrupa'nın göçmen kriziyle ilgili samimi olup olmadığını göreceğiz/olup olmadığı ortaya çıkacak/belli olacak.)
(Bu Avrupa'nın göçmen krizi meselesinde samimiyet testi olacak.)
* She paid lip service to blue-collar workers, but she did nothing to help them.
(Mavi yakalı işçilere/Fabrika çalışanlarına destek veren konuşmalar yaptı ama onlara yardımcı olmak için hiçbir şey yapmadı.)
* The teenaged boy paid lip service to his mother when she told him that Marijuana was dangerous.
(Genç delikanlı annesi ona esrarın tehlikeli olduğunu anlatırken inanıyormuş/doğru kabul ediyormuş gibi yaptı/davrandı.)
* Although they pay lip service to the idea of affirmative action, in reality very few minorities get hired.
(Her ne kadar pozitif ayrımcılık taraftarı olduklarını söyleseler de, gerçekte çok az sayıda azınlığı işe aldılar/azınlık işe alındı.)
* Don't sit here and pay lip service. Get busy!
(Burada oturup nutuk atmayın. Çalışın/koşturun biraz.)
* It is time we stopped paying lip service to gender equality and did something concrete about it.
(Artık kadın erkek eşitliği konusunda nutuk atmayı bırakıp somut bir şeyler yapmanın zamanı geldi.)
* She claims to be in favour of training, but so far she's only paid lip service to the idea.
(Staj taraftarı olduğunu söylüyor/iddia ediyor ama şu ana kadar tasarıya sadece lafta/sözde bir desteği var.)
* Today, the union leaders have abandoned all talk of a “socialist future,” to which apparently they paid only lip service in the past.
(Bugün/Günümüzde sendika liderleri geçmişte de samimiyetle inanmadıkları açıkça belli olan sosyalist gelecekle ilgili tüm o konuşmalarını/görüşlerini terk ettiler/terk etmiş durumdalar.)
* They paid lip service to Zeus, but, in reality, did not faithfully serve him, serving instead their own idols.
(Kendi tanrılarına/ilahlarına tapmak yerine Zeus'a inanıyormuş gibi yaptılar, ki gerçekte/hakikatte ona/Zeus'a inanarak tapmıyorlardı.)
* Apparently, there are a number of deputies who held on to their fundamentalist views, though paying lip service to the secular order in the country.
(Görünen o ki/Öyle anlaşılıyor ki ülkede laik düzen taraftarı/yanlısı göründüğü halde köktendinci görüşlerini değiştirmeyen/koruyan bir çok/çok sayıda milletvekili var/bulunuyor.)
* In this fashion, they paid lip service to the new order in the country, while maintaining their old traditions in private.
(Bu davranış tarzında gizli olarak/çaktırmadan/belli etmeden eski geleneklerini sürdürürlerken ülkenin yeni düzenine sözde bağlılık gösteriyorlar.)
* Our CEO pays lip service to the idea of making great products, but really he just wants to make as much money for himself as he can.
(Yönetim Kurulu başkanımız önemli/büyük ürünler yapmamız fikrini desteklediğini söylüyor ama onun tek istediği/düşündüğü kazanabildiği kadar kendisi için çok para kazanmak/gelir elde etmek.)
* Israeli leaders might pay lip service to an independent Palestinian state but they won't allow a viable Palestinian state.
(İsrailli liderler lafta bağımsız Filistin devletini desteklediklerini söylerler ama kendi kendine yetecek bir Filistin devletine izin vermezler/müsaade etmezler.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder