22 Kasım 2015 Pazar

Çeviri Çalışmaları 13

Business English

Some Typical Words or Expressions with the Word “employ

Listening/Dinleme
Cümleleri ve diyalog parçasını dinlemek için tıklayınız

ingilizce telefon diyalog çeviri türkçe
business phone conversation english dialogue
* She is employed by a large multinational corporation.
  (Çok uluslu büyük bir firmada/şirkette çalışıyor.)

* Ali is employed by Ankara-based construction company X.
  (Ali, Ankara merkezli inşaat firması X'de çalışıyor.)

* I'm employed by a French lawyer.
  (Fransız bir avukatın yanında çalışıyorum.)

* They only employ highly-skilled workers here.
  (Onlar burada sadece üstün yetenekli/yüksek kalifiye/donanımlı işçileri çalıştırıyorlar/işe alıyorlar.)

* His father has employed ten workers.
  (Babası on işçi çalıştırıyor/Babasının yanında on işçi çalışıyor/istihdam ediyor.)

* We employed her as an assistant.
  (Onu asistan olarak işe aldık/Ona asistan olarak iş verdik/Ona asistanlık işi verdik.)

* As production is up, we'll have to look at employing more people.
  (Üretim arttıkça, daha fazla insanı işe almayı düşünmek/daha fazla insanı çalıştırmanın yollarını araştırmak zorunda kalacağız.)

* She's highly-employable: she's got a degree from Harvard, and she's very hard-working.
  (O yüksek kalifiye/üstün niteliklere sahip biri. Harward'ı bitirmiş ve çok çalışkan.)

* He's unemployable– he is incapable of getting up in the morning and he hasn't got any qualifications.
  (Çalıştırılacak/İşe alınacak biri değil- sabahları kalkmaktan aciz/imkanı yok sabahları kalkmaz ve hiç bir vasfı/niteliği/yeteneği yok.)

* How many employees are there here?
  (Burada/Bu firmada kaç kişi çalışıyor/kaç çalışan var?)

* Is there a high rate of employee satisfaction here?
  (Burada/Bu firmada çalışan memnuniyeti yüksek mi/üst seviyede mi?)

* What's the employee dropout rate here?
  (Burada/Bu firmada işi terk/bırakma/işten ayrılma/işi bırakanların/işten ayrılanların oranı nedir?)

* What are employee-employer relations like here?
  (Burada/Bu firmada işçi-işveren ilişkileri nasıl?)

* What is this firm like as an employer?
  (İşveren/Patron bakımından/yönüyle bu firma/iş yeri nasıl bir yerdir?)

* What's the employment rate in your country?
  (Ülkenizde istihdam oranı nedir?)

* The unemployment rate has been falling for six months consecutively.
  (İşsizlik oranı aralıksız altı aydır düşüyor/düşüş gösteriyor.)
---------- ------------
Business Dialogue

Sarah: Sarah speaking. Who's calling?
Jim  : Hi, it's Jim. Hey, I was just going over your strategy report for next year and I had a few questions.
Sarah: Fire away.
Jim  : Your predictions for the unemployment rate next year, where did you get them?
Sarah: Official statistics published by the government.
Jim  : OK, so you calculate that we're going to need to take on about 300 more employees next year. Why's that?
Sarah: Production is up 200%. Do the figure work yourself. We can't carry on like this.
Jim  : You also predict poorer employee-employer relations and possible strike action…
Sarah: If we don't address key concerns that have been repeatedly raised by our staff, there will be problems, yes.
Jim  : OK, thanks Sarah. Just wanted to clear a few things up.
Sarah: No problem. Any time. Catch you later.
Jim  : Yeah, bye.
----- --------
Business Dialogue
(İş Konuşması/İşle ilgili/İş yerinde geçen bir diyalog)

Sarah: Sarah speaking. Who's calling?
(Buyrun ben Sarah. Kiminle görüşüyorum?)
(İngilizcede telefonu açma/telefona cevap verme ifadelerinden biri.)

Jim  : Hi, it's Jim. Hey, I was just going over your strategy report for next year and I had a few questions.
it's Jim= Ben Jim.
(Telefon gibi sesin/konuşmanın geçtiği yerlerde "I'm Jim" şeklinde ifade edilmez. Burada it zamiri sese/sesin sahibine refer ediyor/karşılık geliyor.)
to go over= incelemek, elden/gözden geçirmek, bakmak, kontrol etmek
* I spent a few minutes going over my answers before I turned in my test.
  (Sınav kağıdımı teslim etmeden önce birkaç dakikamı cevaplarımı kontrol ederek geçirdim.)
  (Sınav kağıdını vermeden önce birkaç dakika cevaplarımı kontrol ettim.)
(Merhaba, ben Jim. Selam, gelecek seneyle ilgili hazırladığın strateji raporunu inceliyordum da bir kaç sorum vardı/aklıma takılan bir kaç şey vardı.)

Sarah: Fire away.
(Başla/Dinliyorum/Sor.)
fire away= geniş bilgi için tıklayınız

Jim  : Your predictions for the unemployment rate next year, where did you get them?
prediction= tahmin, öngörü, beklenti
unemployment rate= işsizlik oranı
to get= elde etmek, almak, bulmak, eline geçmek, ulaşmak
(Gelecek seneyle ilgili işsizlik oranı tahminlerini/beklentilerini soracaktım, nereden buldun/aldın onları/o oranları?)

Sarah: Official statistics published by the government.
Official statistics= resmi istatistikler
published by the government= hukümet/devlet tarafından yayınlanan
(Hükumetin yayınladığı/Hükumet tarafından yayınlanan resmi istatistikler)

Jim  : OK, so you calculate that we're going to need to take on about 300 more employees next year. Why's that?
to calculate= hesaplamak, planlamak, hesap ederek tahmin etmek/öngörmek
to need= ihtiyaç duymak
to take on= işe almak, çalıştırmak, iş vermek
* We're not taking on any new staff at the moment.
  (Şu anda işe yeni bir eleman almıyoruz/almayacağız.)
employee= çalışan, işçi, eleman
Why's that?= Sebebi ne? Neden? Niye ki?
(Tamam, peki hesaplarına/öngörülerine göre önümüzdeki sene yaklaşık 300 yeni elemanı/çalışanı işe almamız gerekeceğini söylüyorsun. Neden ki/Bu da nereden çıktı/Bu 300 yeni çalışan ihtiyacı nereden çıktı?)

Sarah: Production is up 200%. Do the figure work yourself. We can't carry on like this.
production= üretim
be up= artışta olmak, yükselişte olmak
* Sales are up 22.8 per cent at $50.2 m.
  (Satışlar 50.2 milyon dolarla yüzde 22.8 arttı/artış gösterdi.)
Do the figure work yourself= sen artık hesap et, gerisini sen düşün artık, var sen hesap et
to carry on= sürdürmek, devam ettirmek, yürütmek
* He'll finish up dead if he carries on drinking like that!
  (Böyle içmeye devam ederse/içmeyi sürdürürse sonu ölüm olacak.)
like this= böyle, bu şekilde
(Üretim yüzde 200 arttı. Hesabını sen yap artık. Böyle aynı şekilde/aynı işçi sayısıyla devam edemeyiz/üretimi sürdüremeyiz.)

Jim  : You also predict poorer employee-employer relations and possible strike action…
also= aynı şekilde, keza, de/da
also kullanımı hakkında geniş bilgi için tıklayınız
to predict= öngörmek, öngörüde bulunmak, tahmin etmek, olacağını önceden söylemek
* I predict these voters will go to the polls.
  (Bu seçmenlerin sandığa gideceklerini tahmin ediyorum.)
poor= zayıf, kötü, sağlıksız
employee-employer relations= işçi-işveren ilişkileri/münasebetleri
possible= muhtemel, olası
strike action= grev, iş bırakma eylemi
(Ayrıca/Bir de işçi-işveren ilişkilerinin daha zayıflayacağı ve iş bırakma eylemlerinin yaşanabileceği öngörüsünde bulunuyorsun/bulunmuşsun.)

Sarah: If we don't address key concerns that have been repeatedly raised by our staff, there will be problems, yes.
to address= (sorunların vb) üzerine gitmek/eğilmek, çözüm bulmak
* We have to address the issue/problem before it gets worse.
  (Daha da kötüye gitmeden sorunun üzerine gitmemiz/sorunla ilgilenmemiz/soruna eğilmemiz/soruna çözüm bulmamız gerekiyor.)
key concern= asıl/ana/temel/önemli/kilit önemde/dikkat edilmesi gereken mesele/sorun
repeatedly= devamlı olarak, ha bire, durmadan
to raise= yol açmak, neden olmak, ortaya çıkarmak, doğurmak
* This discussion has raised many important problems.
  (Bu tartışma bir çok önemli soruna yol açtı/sorunu ortaya çıkardı.)
staff= personel, eleman, çalışan
there will be= olacak, yaşanacak, meydana gelecek, yapılacak, çıkacak
* There will be other opportunities.
  (Başka fırsatlar olacak/çıkacak.)
(Personelimizden defaatle kaynaklanan temel sorunlarla ilgilenmezsek/sorunlara çözüm bulmazsak, sorunlar yaşanacak/ortaya çıkacak, yani evet tahminlerim o yönde.)

Jim  : OK, thanks Sarah. Just wanted to clear a few things up.
to clear up= aydınlığa/açıklığa kavuşturmak, açıklık getirmek, anlamaya çalışmak
* They never cleared up the mystery of the missing money.
  (Kayıp paranın gizemini hiçbir zaman çözemediler/açıklığa kavuşturamadılar.)
(Tamam, teşekkürler Sarah. Bir iki konuyu açıklığa kavuşturmaya/anlamaya çalışıyordum.)

Sarah: No problem. Any time. Catch you later.
no problem= ne demek, rica ederim
(thank you karşılığı kullanılan ifadelerden biri)
any time= ne zaman istersen/ihtiyacın olursa
catch you later= sonra görüşürüz, görüşmek üzere, hoşçakal, kendine iyi bak
(Rica ederim. Her zaman arayabilirsin/sorabilirsin. Sonra görüşürüz.)

Jim  : Yeah, bye.
(Tamam, hoşçakal.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder