10 Ocak 2016 Pazar

İngilizce Deyimler ve İfadeler 88

to bring up (1)

to bring something up


= to mention a subject or start to talk about it
    to introduce into discussion, to raise (a subject) for discussion
    to put forward (a topic) for discussion

= bahsetmek, söz etmek, sözünü/lafını etmek
    (konu vs) açmak, gündeme getirmek

***note***
 correct/doğru    > bring something up, bring up something, bring it up
 incorrect/hatalı > bring up it 


ingilizce bahsetmek konuşmak konusunu açmak gündeme getirmek
to bring up to bring something up English phrasal verb

* I hate to bring this up but you still owe me £50.
  (Bunu söylemek hoşuma gitmiyor/söylemekten hoşlanmıyorum ama 50 pound borcunu bana hala ödemedin.)
  (Bu konuyu açtığım için kusura bakma/Sıkılarak söylüyorum ama bana 50 pound borcun duruyor.)

* The opposition leader brought up the matter in the parliament.
  (Muhalefet lideri konuyu mecliste/parlamentoda gündeme getirdi/taşıdı.)

* Don't bring up her boyfriend when you talk to her. They just broke up.
  (Onunla konuştuğunda/konuşurken erkek arkadaşını/sevgilisini sorma ona/erkek arkadaşının mevzusunu açma. Daha yeni ayrıldılar.)
  (Onunla konuşurken erkek arkadaşın ne yapıyor falan filan diye sorma. Daha yeni ayrıldılar.)

* It is not a good idea to bring up politics with my family.
  (Ailem politikadan bahsedilmesinden/politika konuşulmasından/siyasi konuların açılmasından hoşlanmaz.)

* That's a great idea. You should bring it up at tomorrow's meeting.
  (Çok iyi fikir/Çok iyi düşündün. Yarınki toplantıda bundan/bu konudan söz etmelisin/bu konuyu açmalısın/bu konu hakkında konuşmalısın.)

* Let's not bring up the cost right now.
  (Hemen fiyattan bahsetmeyelim/fiyatı konuşmayalım.)

* I didn't want to bring it up.
  (Bu konuyu açmak/Bu konudan bahsetmek/söz etmek istemiyordum.)

* She's always bringing up her health problems.
  (Sürekli sağlık sorunlarını anlatıyor/sorunlarından bahsediyor.)

* I'm glad you brought this up.
  (Bu konuyu açmana sevindim/Bu konuyu açman iyi oldu.)

* Don't bring that up again!
  (Yine/tekrar açma şu/bu konuyu.)

* Did you have to bring up the subject of money?
  (Para konusunu açmak zorunda mıydın?)

* He's forever bringing up the past.
  (Daima geçmişten/geçmiş günlerden bahseder/günleri anlatır.)

* That's why I brought it up.
  (Zaten bu yüzden/o yüzden bu konudan söz ettim/bu konuyu açtım.)
  (Bu konuyu açmamın da sebebi bu zaten.)

* Who brought up that subject?
  (Bu konuyu kim açtı/gündeme getirdi?)

* I wish he hadn't brought it up with you.
  (Keşke sana hiç söylemeseydi/bahsetmeseydi/Keşke sana bu konuyu hiç açmasaydı.)

* We didn't want to talk about the subject but Tom brought it up.
  (Bu konuyu konuşmak/konudan bahsetmek istemiyorduk ama konuyu Tom açtı.)

* My mother brought up that little matter of my prison record again.
  (Annem yine o kadar da/çok da önemli/mühim olmayan sabıka kaydım konusunu açtı/sabıka kaydımdan bahsetti.)

* I hate to bring this up, but we're running short of money.
  (Bunu söylemek hoşuma gitmiyor/söylemekten hoşlanmıyorum ama paramız az kaldı/bitmek üzere.)

* I wanted to talk about something you brought up last Wednesday.
  (Geçen Çarşamba sözünü ettiğin/bahsettiğin o konuyla ilgili seninle konuşmak istiyordum/istedim/istemiştim.)

* Don't bring up politics if you want to have a quiet conversation with that guy.
  (Eğer bu adamla/onunla sakin sakin/güzel güzel konuşmak istiyorsan/sakin bir sohbet geçirmek istiyorsan siyasi konuları açma/konulara girme/politik konulardan bahsetme/uzak dur.)

* I shouldn't have brought it up.
  (Bu konuyu açmamam gerekiyordu/Bu konudan bahsetmemeliydim/bahsetmemem gerekiyordu.)

* Then they brought up the question of money.
  (Ardından da para meselesini gündeme getirdiler.)

* She tried repeatedly to bring up the subject of money.
  (Para konusunu açmak için habire/durmadan/sürekli uğraştı/Devamlı para konusunu gündeme getirmek için uğraştı.)

* I'm the one who brought the subject up.
  (Konuyu ben açtım/Konuyu açan benim.)

* I'd like to bring up an important point at tomorrow's meeting.
  (Yarınki toplantıda önemli bir konuyu konuşmak/gündeme getirmek istiyorum.)

* John brought up an interesting point during the meeting.
  (John toplantıda ilginç bir konudan bahsetti/konuyu gündeme getirdi.)

* When the student brought up a problem he was having, the teacher was happy to help her.
  (Öğrenci, yaşadığı sorundan bahsettiğinde/söz ettiğinde/sorununu anlattığında, öğretmeni ona yardımcı olmaktan mutluluk duydu.)

* We were waiting for a suitable moment to bring up the subject of his unpaid bills.
  (Onun ödenmemiş faturaları konusunu açmak/konusunda konuşmak için uygun anı bekliyorduk/gözlüyorduk/kolluyorduk.)

* The matter will be brought up at the next meeting.
  (Bir dahaki/Gelecek toplantıda konu gündeme getirilecek.)

* The matter was brought up by a member of the council.
  (Konu kurulun/konseyin bir üyesi tarafından gündeme getirildi/taşındı.)

* It was neither the time nor place to bring up the issue of religion.
  (Din konusunu açmanın/Dinden konuşmanın ne yeri ne de zamanıydı.)

* He brought up a series of issues at the meeting.
  (Toplantıda bir dizi konuyu/meseleyi gündeme getirdi/konudan bahsetti.)

* Why did you bring up Walter? I hate talking about him!
  (Neden Walter'dan bahsettin/Ne diye Walter konusunu açtın? Ondan bahsetmekten/onun hakkında konuşmaktan nefret ediyorum/hoşlanmıyorum.)

* Every time I brings up the idea, she gets quiet and won't talk.
  (Ne zaman görüşümü/düşüncemi söylesem/bir fikir ileri sürsem, susup konuşmaz/bir şey söylemez.)

* The evening was going well until someone brought up the subject of politics.
  (Biri siyasi konulara girene kadar/dek gece iyi geçiyordu/gidiyordu.)

* Jenny would start talking about something else whenever John brought up the subject of marriage.
  (John ne zaman evlilik konusunu açsa Jenny başka bir konudan bahsetmeye başlardı/hemen başka bir konuyu açardı/konuyu değiştirirdi.)

* The meeting seemed to be going well until Charles brought up the issue of holiday pay.
  (Charles izin ücretleri konusunu açana kadar toplantı iyi/sakin/tartışmasız/sorunsuz geçecek/yolunda gidecek gibi görünüyordu.)

* Here's a good rule to follow whenever possible: if you don't want to talk about something, then don't bring it up.
  (Mümkün mertebe uyulacak/riayet edilecek güzel bir kural/kaide var: Eğer bir konuda konuşmak istemiyorsan, öyleyse o konuyu açmayacaksın.)

* I don't want to bring up a difficult subject, but have you decided what you will do when your boyfriend moves to London for a year?
  (Zor/Hassas konulara girmek istemiyorum ama erkek arkadaşın bir yıllığına Londra'ya taşındığında ne yapacağına karar verdin mi?)

* A: Remember two years ago, when you got drunk and went out to the nightclub with your friends?
  (İki yıl önce sarhoş olduğun ve arkadaşlarınla gece kulübüne gittiğin zamanı unuttun mu/hatırlamıyor musun?)
  B: That was a long time ago, please stop bringing that up.
  (Uzun zaman önceydi/Üstünden çok zaman geçti, lütfen o konuyu açmayı bırak.)

* A: Can we talk about the schedule?
  (Program hakkında konuşabilir miyiz?)
  B: Yes, I'm glad you brought it up.
  (Evet, bahsettiğin/bu konuyu açtığın iyi oldu.)

* I wasn't going to talk about money, but since you've brought it up, I guess it's something we should really discuss.
  (Parayla ilgili/Para konusunda konuşmayacaktım ama madem siz konuyu açtınız, bence bu tüm açıklığıyla tartışmamız gereken bir konu.)

* I'm glad you mentioned money. That brings up the question of how much we can afford to spend.
  (Paranın lafını etmen iyi oldu/Para mevzusundan bahsetmene sevindim. Böylece ne kadar harcayabiliriz/harcama sınırımız nedir konusu/meselesi açılmış oluyor.)

* My mother hates football. Every time my father brings it up, my mother changes the subject.
  (Annem futbolu hiç sevmez. Babam ne zaman futboldan bahsetse/futbol konusunu açsa, annem konuyu değiştirir.)

* They were sorry that they brought up the topic of politics.  He didn't stop talking after that.
  (Politik konuları açtıklarına/konulara girdiklerine pişman oldular. Konu açıldıktan sonra hiç susmadı/devamlı konuştu.)

* We planned to discuss overtime pay in the meeting. Why didn't someone bring that topic up?
  (Toplantıda fazla mesai ücretleri konusunu görüşeceğimizi konuşmuştuk/planlamıştık. Niçin kimse bu konuyu açmadı/gündeme getirmedi?)

* I hate to bring this up, but you still owe me some money and I need it really badly right now.
  (Bu konuyu açmak hoşuma gitmiyor ama bana hala bir miktar borcun duruyor/var ve benim şu an o paraya çok/dehşet ihtiyacım var.)

* John brought up the subject of an office-wide raise in pay at the meeting, and his boss was very angry with him.
  (John toplantıda ofis genelinde/tüm ofisi kapsayacak şekilde bir maaş artışını/zammını gündeme getirince patronu ona baya kızdı/sinirlendi.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder