to bring up (1)
to bring something up
= to mention a subject or start to talk about it
to introduce into discussion, to raise (a subject) for discussion
to put forward (a topic) for discussion
= bahsetmek, söz etmek, sözünü/lafını etmek
(konu vs) açmak, gündeme getirmek
***note***
correct/doğru > bring something up, bring up something, bring it up
incorrect/hatalı >
to bring up to bring something up English phrasal verb |
* I hate to bring this up but you still owe me £50.
(Bunu söylemek hoşuma gitmiyor/söylemekten hoşlanmıyorum ama 50 pound borcunu bana hala ödemedin.)
(Bu konuyu açtığım için kusura bakma/Sıkılarak söylüyorum ama bana 50 pound borcun duruyor.)
* The opposition leader brought up the matter in the parliament.
(Muhalefet lideri konuyu mecliste/parlamentoda gündeme getirdi/taşıdı.)
* Don't bring up her boyfriend when you talk to her. They just broke up.
(Onunla konuştuğunda/konuşurken erkek arkadaşını/sevgilisini sorma ona/erkek arkadaşının mevzusunu açma. Daha yeni ayrıldılar.)
(Onunla konuşurken erkek arkadaşın ne yapıyor falan filan diye sorma. Daha yeni ayrıldılar.)
* It is not a good idea to bring up politics with my family.
(Ailem politikadan bahsedilmesinden/politika konuşulmasından/siyasi konuların açılmasından hoşlanmaz.)
* That's a great idea. You should bring it up at tomorrow's meeting.
(Çok iyi fikir/Çok iyi düşündün. Yarınki toplantıda bundan/bu konudan söz etmelisin/bu konuyu açmalısın/bu konu hakkında konuşmalısın.)
* Let's not bring up the cost right now.
(Hemen fiyattan bahsetmeyelim/fiyatı konuşmayalım.)
* I didn't want to bring it up.
(Bu konuyu açmak/Bu konudan bahsetmek/söz etmek istemiyordum.)
* She's always bringing up her health problems.
(Sürekli sağlık sorunlarını anlatıyor/sorunlarından bahsediyor.)
* I'm glad you brought this up.
(Bu konuyu açmana sevindim/Bu konuyu açman iyi oldu.)
* Don't bring that up again!
(Yine/tekrar açma şu/bu konuyu.)
* Did you have to bring up the subject of money?
(Para konusunu açmak zorunda mıydın?)
* He's forever bringing up the past.
(Daima geçmişten/geçmiş günlerden bahseder/günleri anlatır.)
* That's why I brought it up.
(Zaten bu yüzden/o yüzden bu konudan söz ettim/bu konuyu açtım.)
(Bu konuyu açmamın da sebebi bu zaten.)
* Who brought up that subject?
(Bu konuyu kim açtı/gündeme getirdi?)
* I wish he hadn't brought it up with you.
(Keşke sana hiç söylemeseydi/bahsetmeseydi/Keşke sana bu konuyu hiç açmasaydı.)
* We didn't want to talk about the subject but Tom brought it up.
(Bu konuyu konuşmak/konudan bahsetmek istemiyorduk ama konuyu Tom açtı.)
* My mother brought up that little matter of my prison record again.
(Annem yine o kadar da/çok da önemli/mühim olmayan sabıka kaydım konusunu açtı/sabıka kaydımdan bahsetti.)
* I hate to bring this up, but we're running short of money.
(Bunu söylemek hoşuma gitmiyor/söylemekten hoşlanmıyorum ama paramız az kaldı/bitmek üzere.)
* I wanted to talk about something you brought up last Wednesday.
(Geçen Çarşamba sözünü ettiğin/bahsettiğin o konuyla ilgili seninle konuşmak istiyordum/istedim/istemiştim.)
* Don't bring up politics if you want to have a quiet conversation with that guy.
(Eğer bu adamla/onunla sakin sakin/güzel güzel konuşmak istiyorsan/sakin bir sohbet geçirmek istiyorsan siyasi konuları açma/konulara girme/politik konulardan bahsetme/uzak dur.)
* I shouldn't have brought it up.
(Bu konuyu açmamam gerekiyordu/Bu konudan bahsetmemeliydim/bahsetmemem gerekiyordu.)
* Then they brought up the question of money.
(Ardından da para meselesini gündeme getirdiler.)
* She tried repeatedly to bring up the subject of money.
(Para konusunu açmak için habire/durmadan/sürekli uğraştı/Devamlı para konusunu gündeme getirmek için uğraştı.)
* I'm the one who brought the subject up.
(Konuyu ben açtım/Konuyu açan benim.)
* I'd like to bring up an important point at tomorrow's meeting.
(Yarınki toplantıda önemli bir konuyu konuşmak/gündeme getirmek istiyorum.)
* John brought up an interesting point during the meeting.
(John toplantıda ilginç bir konudan bahsetti/konuyu gündeme getirdi.)
* When the student brought up a problem he was having, the teacher was happy to help her.
(Öğrenci, yaşadığı sorundan bahsettiğinde/söz ettiğinde/sorununu anlattığında, öğretmeni ona yardımcı olmaktan mutluluk duydu.)
* We were waiting for a suitable moment to bring up the subject of his unpaid bills.
(Onun ödenmemiş faturaları konusunu açmak/konusunda konuşmak için uygun anı bekliyorduk/gözlüyorduk/kolluyorduk.)
* The matter will be brought up at the next meeting.
(Bir dahaki/Gelecek toplantıda konu gündeme getirilecek.)
* The matter was brought up by a member of the council.
(Konu kurulun/konseyin bir üyesi tarafından gündeme getirildi/taşındı.)
* It was neither the time nor place to bring up the issue of religion.
(Din konusunu açmanın/Dinden konuşmanın ne yeri ne de zamanıydı.)
* He brought up a series of issues at the meeting.
(Toplantıda bir dizi konuyu/meseleyi gündeme getirdi/konudan bahsetti.)
* Why did you bring up Walter? I hate talking about him!
(Neden Walter'dan bahsettin/Ne diye Walter konusunu açtın? Ondan bahsetmekten/onun hakkında konuşmaktan nefret ediyorum/hoşlanmıyorum.)
* Every time I brings up the idea, she gets quiet and won't talk.
(Ne zaman görüşümü/düşüncemi söylesem/bir fikir ileri sürsem, susup konuşmaz/bir şey söylemez.)
* The evening was going well until someone brought up the subject of politics.
(Biri siyasi konulara girene kadar/dek gece iyi geçiyordu/gidiyordu.)
* Jenny would start talking about something else whenever John brought up the subject of marriage.
(John ne zaman evlilik konusunu açsa Jenny başka bir konudan bahsetmeye başlardı/hemen başka bir konuyu açardı/konuyu değiştirirdi.)
* The meeting seemed to be going well until Charles brought up the issue of holiday pay.
(Charles izin ücretleri konusunu açana kadar toplantı iyi/sakin/tartışmasız/sorunsuz geçecek/yolunda gidecek gibi görünüyordu.)
* Here's a good rule to follow whenever possible: if you don't want to talk about something, then don't bring it up.
(Mümkün mertebe uyulacak/riayet edilecek güzel bir kural/kaide var: Eğer bir konuda konuşmak istemiyorsan, öyleyse o konuyu açmayacaksın.)
* I don't want to bring up a difficult subject, but have you decided what you will do when your boyfriend moves to London for a year?
(Zor/Hassas konulara girmek istemiyorum ama erkek arkadaşın bir yıllığına Londra'ya taşındığında ne yapacağına karar verdin mi?)
* A: Remember two years ago, when you got drunk and went out to the nightclub with your friends?
(İki yıl önce sarhoş olduğun ve arkadaşlarınla gece kulübüne gittiğin zamanı unuttun mu/hatırlamıyor musun?)
B: That was a long time ago, please stop bringing that up.
(Uzun zaman önceydi/Üstünden çok zaman geçti, lütfen o konuyu açmayı bırak.)
* A: Can we talk about the schedule?
(Program hakkında konuşabilir miyiz?)
B: Yes, I'm glad you brought it up.
(Evet, bahsettiğin/bu konuyu açtığın iyi oldu.)
* I wasn't going to talk about money, but since you've brought it up, I guess it's something we should really discuss.
(Parayla ilgili/Para konusunda konuşmayacaktım ama madem siz konuyu açtınız, bence bu tüm açıklığıyla tartışmamız gereken bir konu.)
* I'm glad you mentioned money. That brings up the question of how much we can afford to spend.
(Paranın lafını etmen iyi oldu/Para mevzusundan bahsetmene sevindim. Böylece ne kadar harcayabiliriz/harcama sınırımız nedir konusu/meselesi açılmış oluyor.)
* My mother hates football. Every time my father brings it up, my mother changes the subject.
(Annem futbolu hiç sevmez. Babam ne zaman futboldan bahsetse/futbol konusunu açsa, annem konuyu değiştirir.)
* They were sorry that they brought up the topic of politics. He didn't stop talking after that.
(Politik konuları açtıklarına/konulara girdiklerine pişman oldular. Konu açıldıktan sonra hiç susmadı/devamlı konuştu.)
* We planned to discuss overtime pay in the meeting. Why didn't someone bring that topic up?
(Toplantıda fazla mesai ücretleri konusunu görüşeceğimizi konuşmuştuk/planlamıştık. Niçin kimse bu konuyu açmadı/gündeme getirmedi?)
* I hate to bring this up, but you still owe me some money and I need it really badly right now.
(Bu konuyu açmak hoşuma gitmiyor ama bana hala bir miktar borcun duruyor/var ve benim şu an o paraya çok/dehşet ihtiyacım var.)
* John brought up the subject of an office-wide raise in pay at the meeting, and his boss was very angry with him.
(John toplantıda ofis genelinde/tüm ofisi kapsayacak şekilde bir maaş artışını/zammını gündeme getirince patronu ona baya kızdı/sinirlendi.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder