to bump into (2)
= to collide with someone or something accidentally
to crash into
= (istemeden/kazara) çarpmak, toslamak, bindirmek
to bump into phrasal verb English |
* Excuse me. I didn't mean to bump into you.
(Affedersin/Kusura bakma. Sana çarpmak istememiştim/istemeden/yanlışlıkla sana çarptım/niyetim/kastım sana çarpmak değildi.)
* Everything here is expensive. Be careful not to bump into anything.
(Burada herşey pahalı. Bir şeylere çarpmaya dikkat et/Aman hiçbir şeye çarpma.)
* My younger brother is so tall that he often bumps his head into doorways.
(Küçük erkek kardeşim çok uzun boylu biridir, bu yüzden başını sık sık kapı menfezine çarpıyor.)
* As I turned round, I bumped into a filing cabinet.
(Dönerken evrak/klasör dolabına çarptım.)
* Tim was a clumsy boy, always bumping into the furniture.
(Tim sakar bir çocuktu, devamlı mobilyalara çarpardı.)
* John turned suddenly and bumped into me.
(John birden/aniden döndü ve bana çarptı.)
* Someone bumped into me on the subway, and I think they stole my wallet.
(Metroda bana biri çarptı ve sanırım/galiba cüzdanımı çaldı.)
* He was texting on his phone while walking and he bumped into a street sign.
(Yürürken telefonundan mesaj yazıyordu ve sokak tabelasına çarptı/tosladı.)
* The robot's guidance system has gone haywire. It keeps bumping into walls.
(Robotun güdüm/yönlendirme sistemi/mekanizması bozulmuş/sapıtmış/kafayı yemiş. Habire/Durmadan/Sürekli duvarlara çarpıyor/tosluyor.)
* The roads were so slippery that I couldn't stop, and I bumped my car into the car in front of me.
(Yollar çok kaygandı, ben de duramadım ve önümdeki arabaya çarptım/tosladım.)
* Eric was mad at Stella for bumping into his newly purchased truck the other night.
(Önceki/Geçen gece yeni aldığı kamyonetine çarptığı için Eric, Stella'ya çok kızdı/sinirlendi.)
* The waiters bumped into each other and dropped their trays.
(Garsonlar birbiriyle çarpıştı ve tepsilerini düşürdüler/tepsileri yere düştü/devrildi.)
* While backing up, I bumped into another car and set off its alarm.
(Geri geri gelirken başka bir arabaya çarpınca/toslayınca alarmı çaldı/devreye girdi/alarmını tetiklemiş oldum.)
* When Randy first started to learn how to ride a bicycle, a cat crossed the street and he ended up bumping into the trash can.
(Randy bisiklete binmeyi ilk defa öğrendiği zaman, bir kedi yola atlayınca o da gidip çöp tenekesine çarptı/çarpmıştı.)
* In my hurry I bumped into someone.
(Acele ederken/Acelem vardı, birine çarptım.)
* John bumped into Jeny and almost knocked her into the pool.
(John, Jeny'ye çarptı ve az kalsın onu havuza düşürüyordu.)
* It was crowded, someone bumped into him, he dropped his camera.
(Kalabalık bir yerdi/yermiş, biri ona çarpmış, o da kamerasını düşürmüş.)
* John bumped into Jeny and spilled his drink on her.
(John, Jeny'ye çarpıp içeceğini onun üzerine/üstüne döktü.)
* It's easy to bump into furniture in the dark.
(Karanlıkta/ışıklar kapalıyken mobilyalara çarpması kolaydır.)
(İnsan karanlıkta mobilyalara kolayca çarpıyor.)
* Tom accidentally bumped into Mary and apologized.
(Tom kazara/istemeden Mary'ye çarptı ve özür diledi.)
* The child on the bicycle nearly bumped into me.
(Bisikletli çocuk az kalsın bana çarpıyordu.)
(Bisikletli çocuğun bana çarpmasına ramak kalmıştı.)
* Tom bumped into a Mary on his way to school.
(Tom okula giderken Mary diye/adında birine çarptı.)
* I wasn't looking where I was going and bumped into a garbage can.
(Nereye gittiğime/Önüme bakmıyordum, ki çöp tenekesine çarptım.)
* I have a huge bruise where I bumped into the corner of the table.
(Masanın köşesine/kenarına çarptığım yerde kocaman bir morluk/çürük var.)
* He bumped into me and I fell.
(Bana çarptı ve yere düştüm/beni yere düşürdü.)
* I bumped into the car in front of me on the way to work.
(İşe giderken önümdeki arabaya/araca çarptım/tosladım.)
elınıze yuregınıze bılegınıze saglıkkk
YanıtlaSilçok teşekkürler
Sil