big time
= very much; a lot
on a large scale; to a great extent
if you do something big time, you do it to a great degree
= çok, iyice, epeyce, fena halde, fena bir şekilde
big time English expression daily phrase |
* I owe you big time.
(Sana çok borçlandım/Sana borcumu ödeyemem.)
* John is into skiing big time.
(John kaymayı/kayak yapmayı çok seviyor/John kayağa çok aşırı düşkün/tam bir kayak hastası.)
* He fell for her big time.
(Ona fena halde bağlandı/vuruldu/aşık oldu/gönlünü kaptırdı.)
* I messed up big time.
(Fena halde sıçtım/İşleri fena halde/acaip batırdım/berbat ettim.)
* This sucks big time.
(Rezil mi rezil bir şey bu/Çok/Acaip berbat bir şey bu.)
* I'm hungry big time.
(Fena/Çok acayip açım/acıktım/Kurt gibi açım.)
* The school was into discipline big time.
(Okul-yöneticileri- disipline büyük/aşırı önem veriyordu.)
(Okulda çok sıkı/aşırı bir disiplin vardı/hakimdi.)
* I got screwed big time when I signed that agreement.
(O anlaşmayı/sözleşmeyi imzalamakla acayip/fena halde kazık yedim/kazıklandım/göte geldim.)
* A: Did you have problems with him?
(Onunla sorunların oldu mu/sorun yaşadın mı?)
B: Yeah, big time.
(Evet, hem de çok/çok büyük sorunlar.)
* After she wrecked her parents car, she was in trouble big time.
(Anne babasının arabasıyla kaza yaptığı için/arabasını hurdaya çevirdiği/pert ettiği için başı çok büyük/acayip belaya girdi.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder