21 Ocak 2016 Perşembe

Çeviri Çalışmaları 16

Dialogue 1 - A Movie


- Hi Tom!
- Ah, hi Tim! How's it going?
- Not bad. What about you?
- Pretty good.

- So, what have you been up to?
- Well, I went to the cinema last night.
- Really? What movie did you watch?
- I watched the new Terminator film.
- Cool! Was it good?
- Well, I wasn't disappointed this time.
I reckon most of the films recently have sucked big time but this one is well worth watching.

- Who did you go with?
- I went on my own.
I quite like watching movies by myself, there's noone to moan or nag about stuff.
Have you seen it?
- No, not yet, maybe next weekend.

- Was Arnie in the film?
- Yeap, he sure was.
Yeah he's a bit old for the part but I liked him in the film.
But, the new Sarah Conor was beyond awful.
- What was wrong with her?
- What was right with her?
My grandma could have played the role better and she's been dead 20 years.

- I don't like 3 hour movies. How long was it?
- I'm not sure, but it must have been about 2 hours.

- Where did you watch it?
- I watched it at the shopping centre in Atakum.
- Was it crowded?
- No, not at all. Most people around here don't like to go to the cinema in the summer so it was quite empty.
If you ask me, it deserved more.

- How many films have you watched this month?
- I've watched 3 so far. Apart from Terminator, I've watched Jurassic World and Antman.
- What were they like?
- They were good too, especially Jurassic World.

- What kind of films do you like?
- That usually depends on my mood but if it's good, I usually like it.
The problem with films, like music and books, is that some are great, many are good but most are just rubbish.
The difficulty is finding the good ones.

- Do you prefer to go to the cinema or to watch the movie at home?
- That changes from movie to movie.
I find the sci-fi or action films more enjoyable at the cinema but comedies and dramas are best watched at home.

- Have you heard about the upcoming new Star Wars movie?
- Who hasn't? Yeah I'm really looking forward to it.
If the two trailers are anything to go by it should be a masterpiece.
And you know, Star Wars is more than a film for many people, it's a part of their childhood.
There is a special place in my heart for that epic.

- Tom, I've got to go.
- Ok Tim, What are you up to tomorrow?
- Not much. Let me call you tomorrow morning, ok?
- Sounds good, speak to you then Tim. Take care.
- Seeya later Tom.
---------------------------------- ------------------------
Hi Tom!
(Merhaba/Selam Tom!)

Ah, hi Tim! How's it going?
How's it going?= Nasıl gidiyor/Ne var ne yok/Naber?
(Aa merhaba Tim! Naber?)

Not bad. What about you?
not bad= İyiyim/İyi sayılır/Fena değil/Fena sayılmaz/Eh işte/İdare eder
What about you?= ya sen?/sen peki?/seni sormalı
(İyiyim. Senden naber/Sende ne var ne yok?)

Pretty good.
(Çok iyiyim/Gayet iyiyim/Her şey yolunda/Hiçbir yaramazlık yok.)

So, what have you been up to?
(Ee/Anlat bakalım, neler yaptın/neler yapıyorsun?)

Well, I went to the cinema last night.
well= İngilizce'de "so" gibi konuşmaya/cümleye başlarken çok sıkça kullanılan bir ifadedir. Türkçe'de günlük konuşmamızda "hımm, ee" gibi duraksama/düşünme/söyleyeceği sözleri toparlama manası taşıyor.
to go to the cinema= sinemaya gitmek
last night= dün gece
(Dün gece sinemaya gittim.)

Really? What movie did you watch?
really?= gerçekten mi?/öyle mi/hadi ya?
movie= film
to watch= izlemek, seyretmek
* Did you watch the news yesterday?
  (Dün haberleri izledin mi?)
(Öyle mi/Hadi ya, hangi filmi izledin/hangi filme -hangi filmi izlemeye- gittin?)

I watched the new Terminator film.
new= yeni, yeni çıkmış/çıkan, yeni tarihli
(Yeni tarihli/Son çıkan Terminatör filmini izledim.)

Cool! Was it good?
Cool!= Çok iyi/Harika/Ne güzel!
(Harika! -film- Güzel miydi/İyi miydi?)

Well, I wasn't disappointed this time.
to be disappointed= hayal kırıklığına uğramak, beklediğini/umduğunu bulamamak, beklediği gibi çıkmamak
* I am disappointed in him.
  (O beni hayal kırıklığına uğrattı/Onda hayal kırıklığı yaşadım/Beklediğim/Umduğum gibi biri değilmiş.)
(Bu sefer hayal kırıklığına uğramadım/bu sefer-ki film- beni hayal kırıklığına uğratmadı/beklediğim/umduğum gibi çıktı.)

I reckon most of the films recently have sucked big time but this one is well worth watching.
to reckon= to think= düşünmek, zannetmek, sanmak
* How much do you reckon (that) he earns?
  (Sence ne kadar kazanıyordur/Sence geliri ne kadardır/Sence ne kadar geliri vardır?)
I reckon= (I think, I guess, I suppose)= sanırım, bence, bana kalırsa
* I reckon it's going to rain.
  (Sanırım/Galiba yağmur yağacak.)
most of the films recently= son çıkan/zamanlardaki filmlerin çoğu
to suck= çok kötü/başarısız olmak, berbat olmak, çok boktan olmak
* This show sucks.
  (Bu gösteri/şov/program çok kötü/berbat/Bu gösteriyi/programı hiç beğenmedim.)
big time= çok, iyice, epeyce, fena halde, fena bir şekilde
* He fell for her big time.
  (Ona fena halde bağlandı/vuruldu/aşık oldu/gönlünü kaptırdı.)
big time hakkında geniş bilgi için tıklayınız
one= pronoun/zamir, movie/film kelimesine refer ediyor/kelimesinin yerini tutuyor.
one/ones kullanımı hakkında geniş bilgi için tıklayınız
be well worth doing= yapmaya/yapılmaya fazlasıyla/ziyadesiyle/kesinlikle değer olmak
* Turkey is a very beautiful country and well worth visiting.
  (Türkiye çok güzel bir ülke ve ziyaret edilmeye kesinlikle değer/ziyaret edilmeyi fazlasıyla hak ediyor.)
(Bana göre/kalırsa son çıkan filmlerin çoğu baya bir kötüydü/berbattı ama bu film izlenmeye fazlasıyla değer/izlenmeyi kesinlikle/fazlasıyla hak ediyor.)

Who did you go with?
to go= gitmek
(-filmi izlemeye- Kiminle gittin/Kimle birlikte gittin?)

I went on my own.
on one's own= kendi başına, tek başına, yalnız
(Yalnız/Tek başıma gittim.)

I quite like watching movies by myself, there's noone to moan or nag about stuff.
quite= epeyce, oldukça
* I'm quite busy.
  (Çok yoğunum/Hiç müsait değilim/Hiç boş vaktim yok.)
to like= sevmek, hoşlanmak, hoşuna gitmek
* Do you like reading?
  (-kitap- Okumayı sever misin/Okumaktan hoşlanır mısın?)
by oneself= kendi başına, tek başına, yalnız
noone (= nobody, anyone)= kimse, hiç kimse
* Noone was able to escape from Yedikule Prison.
  (Kimse Yedikule Hapishanesi'nden kaçamadı.)
to moan= mırıldanmak, homurdanmak
* She's always moaning about something.
  (Daima bir şeylerle ilgili homurdanıp duruyor.)
to nag= vır vır etmek, dırdır etmek, kafa ütülemek, başının etini yemek
* Quit nagging! I already said I'm not going.
  (Vır vır etmeyi bırak/Kes vır vırı! Gitmeyeceğim diye daha önce söyledim.)
stuff= şey
(Filmleri tek başıma izlemek daha çok hoşuma gidiyor, bir şeyler hakkında mırıldanan ya da vır vır eden kimse olmuyor.)

Have you seen it?
to see= seyretmek, izlemek
* Did you see that documentary on Channel 4 last night?
   (Dün gece 4. Kanal'daki belgeseli izledin mi/seyrettin mi?)
(Sen filmi izledin mi?)

No, not yet, maybe next weekend.
not yet= daha değil, henüz değil
maybe= belki, muhtemelen, bakarsın
next= gelecek, önümüzdeki
weekend= hafta sonu
(Hayır, henüz değil, belki önümüzdeki hafta sonu -izlemeye giderim-)

Was Arnie in the film?
Arnie= Arnold Schwarzenegger
(Arnold filmde/oyuncu kadrosunda var mıydı/filmde oynuyor muydu?)

Yeap, he sure was.
yeap= yes= evet
(Evet, tabi ki vardı/onsuz/o olmadan olur mu ya!) 

Yeah he's a bit old for the part but I liked him in the film.
yeah= yes= evet
a bit= biraz
old= yaşlı
part= rol
(Evet rolü için biraz yaşlı-kalıyor/duruyor- ama onun/Arnold'un filmdeki oyunculuğunu/performansını beğendim.)

But, the new Sarah Conor was beyond awful.
but= ama
beyond awful= iğrenç ötesi, çok çok kötü
(Ama son Sarah Conor-karakterinin oyunculuğu- çok çok kötüydü/çok boktandı.)

What was wrong with her?
wrong= sorun, kusur, hata, yanlış, kötü
(-onun hoşuna gitmeyen-Neyi/Ne sorunu/yanlışı vardı ki/Neyi kötüydü?)

What was right with her?
right= doğru, güzel, düzgün
(Doğru/Güzel olan nesi vardı ki?/Doğru/Güzel yaptığı hiçbir şeyi yoktu ki!)

My grandma could have played the role better and she's been dead 20 years.
grandma=grandmother= anane, babane
could have done= Geçmişe yönelik kesin olmayan görüş ve tahmin belirten ifadelerde kullanılır.
* Things could have been much worse than they are.
  (İşler/Durum daha da kötüye gidebilirdi/daha da kötüsü olabilirdi.)
to play a role= rol oynamak, rolü/karakteri canlandırmak
better= daha iyi/güzel
to die= ölmek
* How many more people have to die before this is over?
  (Bu sona ermeden/Bunun sona ermesi için daha kaç kişi ölmek zorunda?)
(Ananem o rolü daha iyi/güzel oynardı, ki öleli 20 yıl oldu.)

I don't like 3 hour movies. How long was it?
3 hour movie= 3 saatlik film, 3 saat süren film
how long= ne kadar uzun, ne kadar süre
* How long did your affair go on?
  (İlişkiniz/Beraberliğiniz ne kadar sürdü/devam etti?)
(3 saatlik/Çok uzun filmleri sevmiyorum. -filmin-Süresi ne kadardı/-film-Ne kadar sürdü?)

I'm not sure, but it must have been about 2 hours.
must have been= ..mış olmalı, olsa gerek. Geçmişe yönelik kuvvetli tahmin ifadesi. Bu tahmin bir şeylerden çıkarım/varsayım yapılarak söylenir.
* My mother is coughing a lot. She must have caught cold.
  (Annem çok öksürüyor. Soğuk almış olmalı.)
  (Bu cümlede kişi annesinin soğuk almış olabileceği tahmininde bulunurken bu sonuca annesinin öksürüklerinden varıyor.)
* The ground is wet. It must have rained during the night.
  (Yerler ıslak. Gece yağmur yağmış olsa gerek.)
  (Gece yağmur yağmış olabileceği sonucuna/tahminine yerlerin ıslak olmasından varılıyor.)
(Tam emin değilim/Tam/Kesin bilmiyorum ama -filmin süresi/uzunluğu- yaklaşık 2 saat olmalı.)
(Kişi burada filmin süresini kafasından atmıyor. Filmi izlemiş ve ona göre yaklaşık bir tahminde bulunuyor.)

Where did you watch it?
(-filmi- Nerede izledin?)

I watched it at the shopping centre in Atakum.
shopping centre= alışveriş merkezi
(-filmi- Atakum'daki bir alışveriş merkezinde izledim.)

Was it crowded?
crowded= kalabalık, yoğun, dolu
(-filmi izlediğin yer/sinema- kalabalık mıydı?)

No, not at all. Most people around here don't like to go to the cinema in the summer so it was quite empty.
not at all= hiç de değil, alakası yok
* A: Are you ill? B: Not at all.
  (A: Hasta mısın? B: Hiç de değil/Hiç hasta değilim/Hayır hiçbir şeyim yok/Hayır, turp gibiyim.)
most people= insanların çoğu
around here= bu civarda, burada
* Do you live around here?
  (Bu civarda mı/Buralarda mı oturuyorsun/yaşıyorsun?)
most people around here= bu civardaki insanların çoğu, burada/bu civarda yaşayan/oturan insanların çoğu/geneli
summer= yaz, yaz mevsimi
so= bu yüzden, bundan dolayı
empty= boş, tenha
(Hayır, -sinema- hiç kalabalık değildi. Burada oturan/yaşan insanların çoğu yazın sinemaya gitmeyi sevmezler, bu yüzden -sinema- baya bir boştu/tenhaydı.)

If you ask me, it deserved more.
if you ask me= bana kalırsa, bana sorarsanız, bence
to deserve= hak etmek, layık olmak
* What have I done to deserve this?
  (Bunu hak edecek ne yaptım?)
(Bence daha fazla seyirciyi/izleyici hak eden/daha fazla seyirciye layık bir filmdi.)

How many films have you watched this month?
how many= kaç, kaç tane (countable/sayılabilir isimler için)
* How many children do you have?
  (Kaç çocuğun var?)
month= ay
(Bu ay kaç film izledin?)

I've watched 3 so far. Apart from Terminator, I've watched Jurassic World and Antman.
so far= şimdiye kadar, şu ana kadar
* I haven't found anything so far.
  (Şu ana kadar bir şey bulamadım.)
apart from= ..nın haricinde/dışında, ..den başka, ..yı saymazsak/bir kenara bırakırsak
* Good work, apart from a few slight faults.
  (Birkaç ufak hata/yanlış dışında, başarılı/güzel olmuş/beğendim.)
(Şu ana kadar 3 film izledim. Terminatör'ün dışında/Terminatör'den başka, Jurassic Wold ve Antman filmlerini izledim.)

What were they like?
What to be someone/something like= nasıl biri/bir şey?
* What is he like?
  (Nasıl biri/birisi?)
* What is the weather like in Samsun?
  (Samsun'da hava nasıl?)
(Filmler nasıldı/Nasıl filmlerdi?)

They were good too, especially Jurassic World.
good= iyi, güzel
too= de, da, dahi
too kullanımı hakkında geniş bilgi için tıklayınız
especially= özellikle, bilhassa
(Onlar da güzel filmdi, özellikle Jurassic World -filmi-)

What kind of films do you like?
what kind of= ne tür, ne çeşit
* What kind of books do you read?
  (Ne tür kitaplar okursun/okuyorsun?)
(Ne tür filmlerden hoşlanıyorsun/Ne tür filmleri seviyorsun?)

That usually depends on my mood but if it's good, I usually like it.
usually= genellikle, çoğunlukla
* This street is usually crowded.
  (Bu cadde genellikle/umumiyetle kalabalık/işlek olur/oluyor.)
to depend on= ..ya bağlı olmak, ..ya göre değişmek
* It depends on the situation.
  (Duruma bağlı/Duruma göre değişir.)
mood= mod, ruh hali, keyif, hava
* I'm not in the mood (= I'm in no mood) for laughing.
  (Hiç gülecek havam yok/Hiç gülecek havada değilim/Gülmek içimden gelmiyor.)
if= eğer, şayet
* Correct me if I am wrong.
  (-eğer- Yanılıyorsam/Yanlışım varsa düzelt beni.)
(Genellikle keyfime/ruh halime göre değişiyor/farklılık gösteriyor ama eğer film güzelse, genelde beğenirim.)

The problem with films, like music and books, is that some are great, many are good but most are just rubbish.
the problem with films= filmlerin sorunu/filmlerdeki/filmlerle ilgili sıkıntı/sorun
like= tıpkı, aynı, ..de olduğu gibi
some= bir kaç, biraz
great= harika, çok güzel, muhteşemi on numara
many= çoğu, bir çoğu
most= genel, ekseriyet
just= tek kelimeyle, tam anlamıyla
rubbish= işe yaramaz, beş para etmez, çöp, abuk subuk
(Filmlerle ilgili sorun şu, müzik ve kitaplarda da aynı sorun/sıkıntı oluyor/yaşanıyor, filmlerin bir kaçı harika, çoğu güzel ama geneli de tek kelimeyle beş para etmez oluyor.)

The difficulty is finding the good ones.
difficulty= zorluk, güçlük, sıkıntı
to find= bulmak
* Where can I find that book?
  (O kitabı nerede bulabilirim?)
finding= bulma,
ones= movies/filmler kelimesine refer ediyor/kelimesinin yerini tutuyor
(Buradaki zorluk/güçlük güzel olanlarını bulmada oluyor/yaşanıyor.)

Do you prefer to go to the cinema or to watch the movie at home?
to prefer= tercih etmek, daha çok sevmek
* Do you prefer to cook at home or eat out?
  (Evde yemek yapmayı mı yoksa dışarıda yemeyi mi tercih edersin/daha çok seviyorsun?)
home= ev
(Sinemaya gitmeyi mi/Sinemada film izlemeyi mi yoksa evde film izlemeyi mi daha çok seviyorsun?)

That changes from movie to movie.
to change= değişmek
* You've changed such a lot since I last saw you.
  (Görmeyeli ne kadar/amma da değişmişsin!)
from something to something= ..den ...e
(Filmden filme değişiyor/Filmine bağlı/Filmine göre değişiyor.)

I find the sci-fi or action films more enjoyable at the cinema but comedies and dramas are best watched at home.
to find= bulmak, olarak görmek/gelmek
* Do you find it funny?
  (Komik mi buluyorsun/Sana komik mi geldi?)
* I find that fascinating.
  (Onu/Bu durumu çok ilginç/enteresan buluyorum/O/Bu durum bana çok ilginç/enteresan geliyor.)
sci-fi= bilim-kurgu
action= aksiyon, vurdulu kırdılı, hareketli
enjoyable= güzel, zevkli, eğlenceli
to find something more enjoyable= daha güzel/zevkli/eğlenceli bulmak/gelmek
comedy= komedi, güldürü
drama= acıklı, duygusal
best= en iyi, en güzel
(Bilim-kurgu ve aksiyon filmleri bana sinemada daha güzel geliyor ama komedi ve romantik filmler en güzel evde izleniyor.)

Have you heard about the upcoming new Star Wars movie?
to hear about= duymak, haberini olmak
* How did you hear about this job?
  (Bu işten nasıl haberiniz oldu/Bu işi nereden duydunuz?)
upcoming= gelecek, önümüzdeki, yakındaki
(Yakında çıkacak/gösterime girecek olan son Star Wars filmini duydun mu/filminden haberin var mı?)

Who hasn't? Yeah I'm really looking forward to it.
to look forward to= sabırsızlıkla/dört gözle beklemek, iple çekmek
* I look forward to your reply.
  (Cevabını sabırsızlıkla bekliyorum.)
(Duymayan/Haberi olmayan var mı ki?/Duymaz mıyım ya! -gösterime gireceği günü/anı- dört gözle/sabırsızlıkla bekliyorum/iple çekiyorum.)

If the two trailers are anything to go by it should be a masterpiece.
trailer= fragman, filmlerin kısa tanıtım videosu
anything= hepsi, her şey
* Anything you say can and will be used against you in a court of law.
  (Söylediğin/Söyleyeceğin her şey mahkemede aleyhine delil olarak kullanılabilir.)
to go by= ..e bakarak bir hükme varmak
* Going by her clothes, she must be very rich.
  (Giyimine bakılırsa çok zengin olmalı.)
should= birtakım verilere dayanarak çıkarılan mantıklı bir sonucu, kişisel görüşü, beklentiyi, tahmini veya yargıyı ifade etmek için kullanılan modal
* The bus should be here soon.
  (Otobüs yakında burada olur.)(Çünkü otobüs tarifelerini biliyor.)
* Your son has been living in England for two years. So he should speak English very well.
  (Oğlun iki senedir İngiltere'de yaşıyor. Öyleyse çok iyi İngilizce konuşuyordur/konuşuyor olmalı.)
  (Öküz değil ya, iki senede öğrenmiştir İngiltere'de İngilizce'yi demeye getiriyor :) )
masterpiece= şaheser, başyapıt
(Yayınlanan iki fragmanına bakacak olursak, film bir şaheser olmalı/olması gerek/film bir şaheser gibi duruyor/gözüküyor.)

And you know, Star Wars is more than a film for many people, it's a part of their childhood.
to know= bilmek
* Do you know how to use this?
  (Bunun nasıl kullanıldığını biliyor musun?)
more than= ..den daha fazla, ..den öte
part= parça, kısım
childhood= çocukluk, çocukluk dönemi/çağı/devresi
(Sen de bilirsin ki çoğu insan için Star Wars bir filmden öte bir şeydir- onlar için bir filmden daha fazla şey ifade eder- çocukluklarının bir parçasıdır.)

There is a special place in my heart for that epic.
speacial place= özel yer, müstesna yer, farklı yer
heart= kalp
epic= destan, destansı, efsanevi, destansı hikayelerin anlatıldığı uzun film, roman vb yapıt
(Bu destansı/efsanevi filmin kalbimde/bende özel bir yeri var.)

Tom, I've got to go.
(Tom, gitmem lazım/gerekiyor/ben artık kaçayım.)

Ok Tim, What are you up to tomorrow?
(Tamam Tim, yarın ne yapıyorsun/yapacaksın/Yarın programın ne?)

Not much. Let me call you tomorrow morning, ok?
not much= yeni bir şey yok, farklı bir şey yapmayacağım, aynı şeyler işte, her zamanki şeyler işte
to let= izin vermek, imkan vermek, olanak tanımak
* Let me explain the truths.
  (Gerçekleri açıklamama izin ver/Bırak da/Müsaade et de gerçekleri açıklayayım/izah edeyim.)
to call= aramak, telefon etmek
* I was about to call you.
  (Ben de tam seni arıyordum/aramak üzereydim.)
tomorrow morning= yarın sabah
(Farklı/Özel bir şey yapmayacağım. Yarın sabah seni ararım/telefonlaşalım, olur mu?)

Sounds good, speak to you then Tim. Take care.
(it/that) sounds good= iyi fikir, anlaştık, olur, pekala, bana uyar, hay hay
speak to you then= görüşürüz o halde/o zaman/öyleyse
take care= kendine iyi bak, kal sağlıcakla
(Anlaştık, görüşürüz öyleyse Tim. Kendine iyi bak.)

Seeya later Tom.
seeya later= görüşürüz, görüşmek üzere, hoşçakal ("see you later" ifadesinin günlük konuşmadaki informal/gayrı resmi hali)
(Görüşürüz Tom)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder