to be/get fed up with (sth/doing sth)
= to be unable or unwilling to put up with something any longer
to be bored, annoyed, or disappointed, especially by something that you have experienced for too long
can't take any more
= bıkmak, usanmak, bezmek, sıkılmak
daral gelmek, gına gelmek, yaka silkmek
artık/daha fazla çekememek/katlanamamak/tahammül edememek
fed up with English expression İngilizce |
* I'm fed up with your complaints!
(Şikayetlerinden bıktım usandım/gına geldi artık.)
(Şikayetlerin/Yakınmaların bezdirdi/bunalttı beni.)
* She'd got fed up with waiting and gone home.
(Beklemekten sıkıldı/Beklemeye daha fazla tahammül edemedi ve evine gitti.)
(Beklemekten sıkılıp/Beklemeye daha fazla tahammül edemeyip evine gitti.)
* Residents are fed up with the disturbance caused by the nightclub.
(Bölge/Mahalle sakinleri gece kulübünün yol açtığı kargaşadan bıktılar/usandılar/yaka silkiyorlar.)
(Mahalle sakinleri gece kulübünün neden olduğu rahatsızlıktan illallah demiş durumdalar.)
(Mahalle/Bölge sakinleri gece kulübünün sükuneti/huzuru bozmasından usandı/bıktı.)
* I resigned because I was fed up.
(Usandığım/Sıkıldığım/Bıktığım için istifa ettim.)
(Daha fazla katlanamadığım için istifa ettim.)
* He was fed up with life in the city.
(Şehirdeki yaşamdan/hayattan usanmıştı/sıkılmıştı.)
(Şehirdeki yaşama/hayata daha fazla katlanamıyordu/tahammül edemiyordu/yaşamı artık çekemiyordu.)
* I'm fed up with your sarcastic remarks.
(Senin iğneli sözlerinden bıktım usandım.)
* John was fed up with childish girls.
(John çocuksu kızlardan bıkmıştı/usanmıştı/çocuksu kızları çekemiyordu.)
* He is fed up with my problems.
(Sorunlarımla bıktırdım/bezdirdim onu.)
* They were all fed up with the noise.
(Onların hepsi de gürültüden bıkmıştı/yaka silkiyordu.)
* I am fed up with his vulgar jokes.
(Onun bel altı/belden aşağı/müstehcen esprilerinden/fıkralarından/şakalarından bıktım/usandım.)
* She'll end up being fed up with it.
(En nihayetinde/Eninde sonunda ondan bıkacak/sıkılacak.)
* I'm fed up with cleaning up after you all the time.
(Her zaman/Sürekli arkanı toplamaktan/pisliklerini temizlemekten/senin dağıttıklarını toplamaktan usandım/bıktım.)
* John was fed up with waiting for Jeny.
(John, Jeny'yi beklemekten usanmıştı/sıkılmıştı.)
* I'm fed up with always backing you up.
(Sürekli seni desteklemekten/korumaktan/sana arka çıkmaktan usandım/bıktım.)
* Tell her that I am fed up with her lies.
(Ona yalanlarından usandığımı/bıktığımı söyle.)
(Ona yalanlarına daha fazla katlanamayacağımı söyle.)
* I'm fed up with eating in restaurants.
(Restoranlarda/Lokantalarda yemek yemekten sıkıldım/gına geldi.)
* Everybody is fed up with John's scornful attitude.
(Herkes John'un alaycı/küçük gören/küçümseyen/tepeden bakan tavrından usanmıştı.)
* I'm fed up with your constant complaining.
(Sürekli/Durmadan/Devamlı/Habire şikayet etmenden bıktım/usandım.)
(Hep şikayet hep şikayet, yeter artık be!)
* John was fed up with being lied to.
(John kendisine yalan söylenilmesinden bıkmıştı/sıkılmıştı/usanmıştı.)
* I'm fed up with Math.
(Matematikten gına geldi artık/bıktım usandım.)
* People are fed up with all these traffic jams.
(İnsanlar/Halk bütün bu trafik sıkışıklığından/tıkanıklığından/keşmekeşinden sıkılmış/usanmış/bıkmış bir durumda/halde.)
* I am fed up with your nonsense.
(Saçmalıklarından bıktım usandım.)
* The children were starting to get a bit fed up.
(Çocuklar azıcık/biraz sıkılmaya başlamışlardı.)
* I'm fed up with working here.
(Burada çalışmaktan bıktım.)
* We are fed up of always seeing the same people taking all the credit!
(Bütün övgüyü/iltifatı sürekli aynı insanların/kişilerin aldığını görmekten bıktık/usandık artık!)
* I'm fed up with this job.
(Bu işten sıkıldım/usandım.)
* John was fed up with having to repeat himself all the time.
(John sürekli/durmadan sözlerini tekrarlamak/yinelemek zorunda kalmaktan bıkmıştı/usanmıştı.)
* I am fed up with this wet weather.
(Bu yağışlı/yağmurlu havadan bıktım/usandım/gına geldi artık.)
* He got fed up with all the travelling he had to do.
(Mecburen çıktığı o tüm seyahatlerden bıkmıştı/usanmıştı/bezmişti.)
* I'm fed up with him always preaching to me.
(Onun bana sürekli nasihat etmesinden/vaaz vermesinden usandım/gına geldi.)
* Moviemakers, fed up with restrictions, set out to smash the last taboo.
(Sınırlamalardan bıkmış/usanmış/bezmiş olan film yapımcıları, son tabuyu yıkmak için yola çıktılar.)
(Sınırlamalardan/Yasaklamalardan illallah diyen film yapımcıları son tabuyu yıkmak/ortadan kaldırmak üzere yola koyuldular/kolları sıvadılar.)
* We've had one delay after another, and I'm starting to feel pretty fed up.
(Art arda/Peş peşe tehirler/gecikmeler yaşadık, ben de bayağı bir sıkılmaya başladım.)
* I'm fed up with the way you've been acting.
(Bu şekilde davranmandan bıktım/usandım.)
* John was fed up with being sent from one office to another.
(John bir ofisten öbürüne gönderilmekten/yollanmaktan bıkmıştı/usanmıştı.)
* I'm fed up with them mucking me about and cancelling our arrangements.
(Bana terbiyesizlik edip/Zamanımı boşa harcayıp anlaşmalarımızı iptal etmelerinden usandım/bıktım.)
* I was a bit lonely and fed up at the time and she took me under her wing.
(O dönemlerde/günlerde biraz yalnız ve bezgin/usanmış bir durumdaydım, o bana kol kanat gerdi/bana sahip çıktı/benimle ilgilendi.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder