15 Şubat 2016 Pazartesi

Çeviri Çalışmaları 18

Dialogue 3 - Study Abroad


- Welcome. Please, sit down.
- Thank you.
- Would you like something to drink?
- That would be nice.
- Would you like something hot or cold?
- A tea would be nice, if it's no trouble.
- Of course it isn't. Here you are.
- Thank you, it's just what I fancy.
- Good. So, how can I help you?
- I want to study English overseas.
  Where do you suggest I go?
- Well, let me ask you a few questions first, then I can give you some recommendations.
- Ok then.

- There are 7 English speaking countries; America, The U.K, Canada, Australia, New Zealand, Ireland and South Africa.
  Do you fancy any of these?
- One of my friend went to England and he's having a great time.
  So, England sounds nice.

- Ok, what kind of city do you want to study in?
  I mean, by the sea, big, small, in the countryside etc etc.
- I think the bigger the better.
- I see. In that case London sounds suitable for you.

- What about the quality of the language school?
  There are high quality, normal and economic options.
- My family aren't very rich.
  So, economic sounds good.

- Ok, what kind of course would you like to study on?
  There are general English, examination preparation and vocational English courses.
- I think general English is good for me.

- Ok, lastly what kind of accommodation are you thinking of staying in?
  Options include a host family, a hotel, a dormitory or a a tent.
- A tent, are you serious?
- No, that was a joke but if you insist we could probably arrange something like that.
- I think I'll pass the tent option.

- Have you any questions?
- Yeah, I wonder how can I learn English best while I'm there.
  Is the language school enough?
- That's a good question.
  I studied in London a few years ago now and I found that the language school is necessary but not enough.
  You should speak to as many different people as possible for as long as possible.
  If you do this then you can develop the fluency that I guess you hope to acquire.

- Oh, is that the time?
  I really need to go, thank you for your time.
- It was a pleasure, please take our business card and don't hesitate to call if something comes to your mind.
- Ok then, I won't.
  Have a nice day.
- You too, take care.
------------------------- --------------------------------------------
Dialogue 3 - Study Abroad
Dialogue= diyalog, karşılıklı konuşma
study abroad= yurt dışında okuma/eğitim
(Diyalog 3 - Yurt dışında eğitim)

Welcome. Please, sit down.
Welcome= Hoş geldin-iz
please= lütfen, buyrun
to sit down= oturmak
* Sit down and catch your breath for a second.
  (Otur da soluklan biraz.)
(Hoş geldiniz, buyurun/lütfen oturun.)

Thank you.
(Teşekkür ederim/teşekkürler.)

Would you like something to drink?
Would you like ...?= teklif ve davet cümlesi
* Would you like to come with us?
  (Bizimle gelmek/Bize katılmak ister misin?)
to drink= içmek
* How much coffee do you drink a day?
  (Günde ne kadar kahve içiyorsun?)
(İçecek bir şeyler ister misiniz/ister miydiniz/arzu eder misiniz/alır mısınız/alır mıydınız?)

That would be nice.
(İyi/Güzel olur.)

Would you like something hot or cold?
hot= sıcak
cold= soğuk
(Sıcak mı yoksa soğuk mu bir şeyler istersiniz?)

A tea would be nice, if it's no trouble.
tea= çay
if it's no trouble= zahmet olmazsa, size zahmet olmayacaksa
(Eğer size zahmet olmayacaksa, çay iyi olur.) 

Of course it isn't. Here you are.
of course= tabi ki, elbette
Here you are= buyurun, alın buyurun, işte alın
(Ne zahmeti/Zahmet ne demek, buyurun.)

Thank you, it's just what I fancy.
to fancy= beğenmek, çok sevmek, bayılmak, hoşlanmak
* I don't fancy much going to the other side of the city.
  (Şehrin öbür tarafına/yakasına gitmeyi çok sevmiyorum.)
(Teşekkürler, tam da benim sevdiğim/hoşlandığım gibi-olmuş-)

Good. So, how can I help you?
good= iyi, güzel
to help= yardım etmek, yardımcı olmak
* I will help you under two conditions.
  (Sana iki şartla yardım ederim.)
(Güzel. Evet, size nasıl yardımcı olabilirim?)

I want to study English overseas.
to want= istemek
* He wants to become an engineer.
  (Mühendis olmak istiyor.)
to study= okumak, çalışmak, öğrenim/ders görmek, tahsil etmek, eğitimini görmek/almak
* He'd studied chemistry at university.
  (Üniversitede kimya okudu/kimya eğitimi aldı/gördü.)
overseas= yurt dışı
to study overseas= to study abroad= yurt dışında okumak/öğrenim görmek
(Yurt dışında İngilizce okumak/İngilizce eğitimi almak istiyorum.)

Where do you suggest I go?
to suggest= önermek, tavsiye etmek
* What do you suggest I do?
  (Ne yapmamı önerirsin/tavsiye edersin?)
to go= gitmek
* Did you go to the school yesterday?
  (Dün okula gittin mi?)
(Nereye-hangi ülkeye- gitmemi önerirsiniz/tavsiye edersiniz?)

Well, let me ask you a few questions first, then I can give you some recommendations.
to let= izin vermek, müsaade etmek, bırakmak
* Let me explain what I mean.
  (İzin ver de ne demek istediğimi açıklayayım/izah edeyim.)
to ask= sormak
* You didn't ask so I didn't tell.
  (Sen sormayınca ben de söylemedim/bir şey demedim.)
a few= bir kaç, bir iki
question= soru
first= önce, öncelikle, ilk olarak, evvela
then= sonra
recommendation= tavsiye, öneri
to give someone recommendation= birine tavsiye vermek/tavsiyede bulunmak
* Can anyone give me recommendation for transportation from the airport?
  (Havaalanından ulaşımla ilgili tavsiyede/öneride bulunabilecek kimse var mı?)
(Önce size bir kaç soru sorayım/sorum olacak, ondan sonra size bazı önerilerde bulunabilirim.)

Ok then.
(Peki/Tamam öyleyse.)

There are 7 English speaking countries; America, The U.K, Canada, Australia, New Zealand, Ireland and South Africa.
to speak= konuşmak
* Does anyone speak English?
  (İngilizce bilen/konuşabilen kimse var mı?)
country= ülke
(İngilizce konuşulan/Dili İngilizce olan 7 ülke var/bulunuyor: Amerika, İngiltere, Kanada, Avustralya, Yeni Zelanda, İrlanda ve Güney Afrika.)

Do you fancy any of these?
to fancy= istemek, arzu etmek
* I didn't fancy swimming in that water.
  (O suda yüzmek istemedim.)
any of= ..nın/dan herhangi biri
* You may choose any of them.
  (Onlardan birini seçebilirsiniz.)
* You can't prove any of this.
  (Bunların hiçbirini ispat edemezsin/kanıtlayamazsın.)
(Bunlardan-Bu ülkeler içerisinde- istediğin biri-bir ülke- var mı?)

One of my friend went to England and he's having a great time.
one of= biri
friend= arkadaş
to go (went-gone)= gitmek
to have a great time= çok güzel/harika vakit geçirmek
* I had a great time tonight.
  (Bu gece çok güzel vakit geçirdim/çok eğlendim.)
(Bir arkadaşım İngiltere'ye gitti ve çok güzel vakit geçiriyor/çok memnun.)

So, England sounds nice.
so= yani, bu yüzden
to sound nice= kulağa iyi gelmek, iyi/güzel gibi görünmek/durmak
(Bu yüzden İngiltere iyi gibi duruyor/iyi olur gibi görünüyor.)

Ok, what kind of city do you want to study in?
what kind of= ne tür/çeşit/biçim, nasıl bir
* What kind of question is that?
  (Ne biçim bir soru bu/Nasıl bir soru bu?)
city= şehir
(Nasıl bir şehirde eğitim almak istiyorsunuz/istersiniz?)

I mean, by the sea, big, small, in the countryside etc etc.
I mean= yani, demek istediğim
* I really do love him - as a friend, I mean.
  (Onu gerçekten seviyorum, yani bir arkadaş olarak.)
by the sea= deniz kenarı, denize kıyısı olan
big= büyük
small= küçük
countryside= kırsal bölge/kesim
etc= vesaire
(Yani deniz kenarı, büyük, küçük, kırsal bölgede yer alan vesaire vesaire- bir şehir-.)

I think the bigger the better.
I think= bence, bana kalırsa, bana göre
the bigger the better= ne kadar büyük o kadar iyi/güzel
* He likes getting big presents - the bigger the better as far as he's concerned.
  (Ona büyük hediyeler alınması hoşuna gidiyor, ona göre/kalırsa bir hediye ne kadar büyükse o kadar güzeldir/iyidir.)
(Bana göre ne kadar büyük o kadar iyi-şehir ne kadar büyükse o kadar daha iyidir-.)

I see. In that case London sounds suitable for you.
I see= anlıyorum, anladım
in that case= o halde, öyleyse, bu durumda
to sound suitable= uygun/münasip gibi görünmek/durmak
(Anladım. Öyleyse Londra sizin için daha uygun gibi görünüyor.)

What about the quality of the language school?
what about= ..e ne dersin, peki ya ...
quality= kalite, nitelik
language school= dil okulu
(Peki ya dil okulunun kalitesi/niteliği-hakkında ne dersin/beklentilerin/düşüncelerin neler?)

There are high quality, normal and economic options.
high quality= yüksek kalite
option= seçenek
(Yüksek kaliteli, normal ve ekonomik seçenekler mevcut/bulunuyor.)

My family aren't very rich.
family= aile
rich= zengin, varlıklı
(Ailem çok zengin değil/Ailemin çok parası yok.)

So, economic sounds good.
to sound= gibi görünmek/gelmek/durmak, kulağa gibi gelmek, hissini vermek
* It sounded easy.
  (Kolay gibi görünüyordu/duruyordu.)
to sound good= iyi fikir olmak, uygun olmak, (teklif, öneri vb) uymak
(Bu yüzden bana ekonomik/hesaplı -okullar- uyar/daha uygun.)

Ok, what kind of course would you like to study on?
course= kurs
(Tamam, ne tür bir kurs eğitimi almak/görmek istiyorsunuz?)

There are general English, examination preparation and vocational English courses.
general English= genel İngilizce
examination preparation= sınava/sınavlara hazırlık
vocational English= mesleki İngilizce
(Genel İngilizce, sınavlara hazırlık ve mesleki İngilizce kursları var/mevcut/bulunuyor.)

I think general English is good for me.
(Sanırım/Bence genel İngilizce benim için daha iyi/uygun.)

Ok, lastly what kind of accommodation are you thinking of staying in?
lastly= son olarak
accommodation= konaklama, kalacak yer
* We use local guides and stay in a range of accommodation, from tents to tree houses.
(Yerel rehberlerle hizmet vermekteyiz ve çadırdan tutun da ağaç evlere kadar çeşitli konaklama alternatifleri/olanakları sunmaktayız.)
to think of (doing something)= (bir şey yapmayı) düşünmek, tasarlamak, planlamak
* I'm thinking of going on a world trip after I graduate from the university.
  (Üniversiteden mezun olduktan sonra dünya turuna çıkmayı düşünüyorum.)
to stay= kalmak, konaklamak
* Find yourself a place to stay.
  (Kendine kalacak bir yer bul.)
(Pekala, son olarak, nerede kalmayı/konaklamayı düşünüyorsunuz?)

Options include a host family, a hotel, a dormitory or a a tent.
to include= kapsamak, içermek, dahil olmak, yer almak, bulunmak
* Our prices do not include vat.
  (Fiyatlarımıza KDV dahil değildir.)
host family= aile yanında kalma
dormitory= yurt
tent= çadır
(Seçenekler arasında aile yanında konaklama, otel, yurt ve çadır yer alıyor/bulunuyor.)

A tent, are you serious?
serious= ciddi
(Çadır mı, ciddi misiniz/şaka mı yapıyorsunuz?)

No, that was a joke but if you insist we could probably arrange something like that.
joke= şaka, latife
to insist= ısrar etmek, ısrarcı olmak, illa istemek
* I didn't want to go, but she insisted.
  (Ben gitmek istemiyordum ama o ısrar etti.)
probably= büyük ihtimalle, muhtemelen
to arrange= ayarlamak, sağlamak, temin etmek
* I think I can arrange that.
  (Sanırım bunu ayarlayabilirim.)
(Hayır, şakaydı ama eğer illa olsun derseniz onun gibi-çadır türü- bir şey muhtemelen ayarlayabiliriz.)

I think I'll pass the tent option.
to pass= atlamak, pas geçmek, kaçınmak, uzak durmak
* A: Would you like a drink? B:No thanks, I'll pass.
  (A: Bir içki/içecek alır mıydınız/ister misiniz? B: Hayır teşekkürler, almayayım.)
(Bence çadır seçeneğini atlayalım/pas geçelim/çadır seçeneği kalsın.)

Have you any questions?
(Herhangi bir sorunuz var mı/Sormak istediğiniz bir soru var mı?)

Yeah, I wonder how can I learn English best while I'm there.
to wonder= merak etmek, öğrenmek istemek
* Have you ever wondered why the sky is blue?
  (Gökyüzünün neden mavi olduğunu hiç merak ettin mi/düşündün mü?)
I wonder= acaba
* I wonder if we have something in common?
  (Acaba ortak yönlerimiz var mıdır/Ortak yönlerimizin olup olmadığını merak ediyorum.)
to learn= öğrenmek
* When did you learn to read and write?
  (Okuma yazmayı ne zaman öğrendin?)
best= en iyi, en güzel
(Evet, acaba oradayken/orada olduğum sürede İngilizceyi en iyi nasıl öğrenebilirim?)

Is the language school enough?
enough= yeterli
* I can't apologize enough.
  (Yeterince özür dileyemem/Ne kadar özür dilesem az.)
(Dil okulu yeter mi/yeterli olur mu?)

That's a good question.
(Güzel/İyi bir soru.)

I studied in London a few years ago now and I found that the language school is necessary but not enough.
a few years ago= bir kaç sene/yıl önce
to find= anlamak, öğrenmek
necessary= gerekli
(Bir kaç yıl önce Londra'da eğitim aldım ve şunu öğrendim ki/anladım ki dil okulu gerekli ama yeterli değil.)

You should speak to as many different people as possible for as long as possible.
to speak to= (bir kimseyle ) konuşmak
* My son hasn't spoken to me in years.
  (Oğlum yıllardır/senelerdir benimle konuşmuyor.)
as many different people as possible= mümkün olduğunca/olduğu kadar çok farklı insan/kişi
for as long as possible= mümkün olduğunca, mümkün olduğu kadar
(Mümkün olduğu kadar/Ne kadar yapabiliyorsan çok farklı insanla konuşmalısın/pratik yapmalısın/konuşsan iyi olur.)

If you do this then you can develop the fluency that I guess you hope to acquire.
if you do this= eğer bunu/böyle yaparsan
then= o halde, bu takdirde
to develop= geliştirmek, ilerletmek, artırmak
* Swimming develops our muscles.
  (Yüzmek kaslarımızı geliştirir.)
fluency= akıcılık, akıcı konuşma
I guess= sanırım, galiba, herhalde, tahminimce, zannederim
* I guess you're a student.
  (Sanırım öğrencisiniz.)
to hope= ümit etmek, ummak, beklemek
* We hope our offer meets your expectations.
  (Teklifimizin beklentilerinizi karşılayacağını umarız.)
to acquire= elde etmek, sahip olmak, kazanmak
* He acquired a large fortune.
  (Büyük bir servet kazandı/edindi/servetin sahibi oldu.)
(Eğer bunu yaparsan konuşmada akıcılığını geliştirirsin ki sanırım elde etmeyi ümit ettiğin de bu.)

Oh, is that the time?
(Ooo saat kaç olmuş ya/bu saat doğru mu ya/zaman nasıl da geçmiş.)

I really need to go, thank you for your time.
to need= gerekmek, lazım olmak
(Gerçekten gitmem/kalkmam gerekiyor, zaman/vakit ayırdığınız için teşekkürler.)

It was a pleasure, please take our business card and don't hesitate to call if something comes to your mind.
it was a pleasure= (benim için) zevkti, ne demek efendim
to take= almak
business card= kartvizit
to hesitate= çekinmek
* If there's anything you need don't hesitate to ask.
  (Bir isteğiniz/ihtiyacınız olursa çekinmeden sorun/sorabilirsiniz.)
to call= aramak, telefon açmak
* I was about to call you.
  (Ben de tam seni arıyordum/aramak üzereydim.)
to come to one's mind= aklına gelmek
* Tell me the first thing that comes to your mind.
  (Aklına gelen ilk şeyi söyle bana.)
(Benim için bir zevkti, lütfen kartvizitimizi alın, eğer aklınıza bir şey gelirse çekinmeden arayın/arayabilirsiniz.)

Ok then, I won't. 
(Pekala çekinmem/çekinmeden ararım.)

Have a nice day.
(İyi günler.)

You too, take care.
(Size de, kendinize iyi bakın.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder