23 Şubat 2016 Salı

İngilizce Deyimler ve İfadeler 99

about time

it's about time (+ past subjunctive)


= (it is) past the time when something should have happened
    this should have happened long ago
    far past the desired time
    used for saying that someone should do something soon
    it's high time
    used to make suggestion, raise awareness about a "must do thing" for which it's already a bit late, sort of like a complaint

= (bir şey yapmanın) tam zamanı/vakti, vakti geldi de geçiyor, zamanı/vakti gelmişti
    hele şükür, nihayet, geç bile kalındı
    olmuş/olacak/olması yakın bir olayın aslında daha önce olması/gerçekleşmesi gerektiğini/geç kalındığını ifade eden yapı (olayın gerçekleşmiş ya da gerçekleşmemiş olması vurguyla belirtilir.)
    tamamlanması/bitmesi gereken zamandan daha uzun süren bir şey için kullanılır
    serzeniş/şikayet içeren geç kalınma/zamanında yapılmama ifadesi
    bir şeyin bir an önce yapılması gerektiğini ifade eden yapı

it's about time tam vakti hele şükür sonunda
it is about time English expression İngilizce


* It's about time you got a haircut.
  (Saç tıraşını geciktirmişsin/Saçların beni kes diyor.)
  (Berbere gitme/uğrama vaktin çoktan gelmiş.)
  (Bir an önce tıraş ol/saçlarını kestir.)

* A: I finally changed my job last month. You know how much I hated it.
   (Sonunda geçen ay işimi değiştirdim/çalıştığım işi bırakıp başka işte çalışmaya başladım. Eski işimi ne kadar sevmezdim biliyorsun.)
   B: Really? Good for you. It's about time you left that nightmare factory. So, where are you working now?
   (Gerçekten mi? Hayırlısı olsun/Senin adına sevindim. Zaten o kabus gibi/bunaltıcı fabrikadan çıkma vaktin gelmişti. Eee şimdi nerede çalışıyorsun?)

* It's about time you returned my book!
  (Kitabımı geri versene/getirsene ya!/Kitabımı ne zaman geri vereceksin/getireceksin?)
  (Artık kitabımı geri ver/getir yani!/Zahmet olmazsa kitabımı geri verebilir misin?)

* It's about time she got a job.
  (Artık bir işe girmesinin/bir iş bulmasının vakti geldi.)
  (Artık bir işe girip çalışması gerekiyor/Artık bir iş sahibi olması gerekiyor.)
  (Bir an önce bir işe girip çalışması/çalışmaya başlaması lazım.)
  (Daha ne kadar böyle aylak aylak gezecek/oturacak?)

* It's about time you were in bed.
  (Senin şimdiye yatakta olman/yatmış olman lazımdı.)
  (Sen hala niye yatmadın/Sen hala niye ayaktasın bakalım?)
  (Hadi bakalım bir an önce yatman lazım.)
  (Haydi doğru yatağa, marş marş!)
  (Oo oo sen hala ayakta mısın?)

* It's about time you stopped smoking.
  (Sigarayı bırakmanın zamanı geldi.)
  (Artık sigarayı bırakmalısın/Sigarayı bıraksan iyi edersin
.)
  (Daha ne kadar böyle sigara içmeye devam edeceksin?)

* So you finally got here! It's about time!
  (Demek sonunda gelebildin! Hele şükür/Nihayet!/Nerede kaldın yahu?)

* It is about time you spilled the beans.
  (Baklayı ağzından çıkarmanın tam zamanı.)
  (Bakla ağzında çok durdu, çıkar bakalım baklayı ağzından.)

* It's about time (that) we bought a new television.
  (Yeni bir televizyon almamızın/Televizyonumuzu değiştirmemizin zamanı geldi.)
  (Artık yeni bir televizyon alalım ya! Artık şu televizyonu değiştirelim ya!)

* Isn't it about time you started taking things seriously?
  (İşleri/Olayları ciddiye almaya başlamanın artık zamanı gelmedi mi?)
  (Artık işleri/olayları ciddiye almaya başlasan diyorum/başlasan iyi olmaz mı?)

* It's about time that the violence in Syria ended.
  (Suriye'deki şiddetin artık sona ermesi/bitmesi lazım.)
  (Suriye'deki bu şiddet ne zaman son bulacak/sona erecek?)

* It's about time you answered my letter.
  (Artık şu mektubuma bir cevap ver/yaz yahu!)
  (Mektubuma ne zaman cevap vereceksin/yazacaksın?)

* They finally paid me my money. It's about time!
  (Sonunda bana paramı ödediler/ödememi yaptılar. Hele şükür/Bugünü de görebildim ya!)

* Isn't it about time you left the hospital?
  (Hastaneden çıkma/taburcu olma zamanın gelmedi mi daha?)
  (Hastanede daha ne kadar kalacaksın/Seni hastanede daha ne kadar tutacaklar yahu?)

* It's about time I came clean and admitted it.
  (Daha önce gerçeği açıklayıp itiraf etmeliydim/etmem gerekirdi.)
  (Gerçekleri açıklayıp itiraf etmemin vakti geldi/tam zamanı.)

* It's about time (that) the school improved its meals service.
  (Artık okulun yemek kalitesini artırmasının/yükseltmesinin zamanı geldi.)
  (Bence artık okulun yemek servisinin/hizmetinin kalitesini yükseltmesi lazım.)

* It's about time that women's sports were treated the same as men's.
  (Artık bayan sporculara da aynı erkek sporcular gibi yaklaşılmasının/bakılmasının zamanı geldi.)
  (Artık bayan sporculara da aynı erkek sporcular gibi yaklaşılması/muamele edilmesi gerekiyor.)

* It's about time! I've been waiting for you for two hours. I didn't even think you would show up.
  (Hele şükür/Nihayet!Nerede kaldın ya! İki saattir seni bekliyorum. Neredeyse gelmeyeceğini düşünmeye başlamıştım.)

* It's about time that women should be considered equal to men in this country.
  (Bu ülkede artık kadınların da erkeklerle eşit tutulmasının/sayılmasının zamanı/vakti geldi de geçiyor.)
  (Bu ülkede bayanlar erkeklerle ne zaman eşit kabul edilecek?)

* Come on Edward, it's about time that I treated you to lunch.
  (Hadi Edward, sana öğlen yemeği ısmarlamamın vakti geldi/tam zamanı.)

* I think it's about time that our country invested in education.
  (Bence ülkemiz eğitime yatırımda geç bile kaldı/ülkemizin eğitime yatırım yapmasının zamanı geldi de geçiyor.)
  (Bence ülkemiz artık eğitime yatırım yapmalıdır.)

* It's about time you came!
  (Şimdiye burada olman lazımdı/Nerede kaldın yahu?)

* It's about time you sold your car.
  (Arabanı satmanın zamanı gelmiş de geçiyor/Arabanı satsan iyi edersin.)

* It's about time this road was completed. They've been working on it for months.
  (Bu yolu bir türlü bitiremediler/şimdiye kadar bitirmeleri lazımdı. Aylardır çalışıyorlar.)

* You guys have been together for years. It's about time you got married.
  (Kaç yıldır çıkıyorsunuz/berabersiniz. Artık evlenmenizin zamanı geldi/Şimdiye evli olmanız gerekirdi.)

* A: I've finished the work.
   (İşi bitirdim/tamamladım.)
   B: It's about time!
   (Hele şükür/Nihayet/Sonunda!)

* It's about time you got here.
  (Şimdiye burada olman lazımdı/gerekirdi.)

* Here they are, and about time too.
  (İşte geldiler, hele şükür/sonunda!)
  (Hele şükür/Nihayet gelebildiler.)

* It's about time we went to bed.
  (Şimdiye yatmış olmamız lazımdı.)

* Isn't it about time we drank another beer?
  (Bir bira daha içmemizin vakti gelmedi mi?)
  (Bir bira daha içsek nasıl olur/Bir bira daha içelim mi?)

* It's about time you told John anyway.
  (Zaten John'a söylemekte/anlatmakta geç bile kaldın.)
  (John'a zaten şimdiye kadar anlatman/söylemen gerekirdi.)

* It's about time you found your own place to live.
  (Artık kendi evinde oturmanın/yaşamanın/kendi evine çıkmanın vakti geldi.)

* It's about time you got married.
  (Evlenmenin zamanı geldi de geçiyor bile/Şimdiye evlenmiş olman lazımdı.)

* It's about time the train arrived.
  (Trenin şimdiye kadar gelmesi/burada olması gerekirdi.)

* It's about time you went to school.
  (Okula gecikiyorsun/Okula gitmek için acele etmelisin.)

* I saw your lights on and thought it was about time that we got acquainted.
  (Işığınızın açık olduğunu gördüm ve tanışmamızın tam sırası diye düşündüm.)

* A: Our food has finally arrived.
   (Sonunda yemeklerimiz/siparişimiz geldi/gelebildi.)
   B: About time too, if you ask me! We've been waiting about 45 minutes for it!
   (Bence/Bana kalırsa geç bile kalındı! Yaklaşık/Neredeyse 45 dakikadır yemeğimizi/siparişimizi bekliyoruz.)

* A: I've been waiting for 3 weeks to try out the new laptop. Isn't it my turn yet?
   (3 haftadır yeni laptopu/dizüstü bilgisayarı denemek için bekliyorum. Hala sıra bana gelmedi mi?)
   B: Yes. It's your turn. I'll get it for you.
   (Evet. Sıra sizde. Size onu getireyim/hazırlayayım.)
    A: It's about time.
   (Hele şükür/Nihayet/Sonunda!)

* A: Here's the letter you asked me to write.
   (İşte/Buyur benden yazmamı istediğin mektup.)
   B: It's about time! I asked you for that ages ago!
   (Hele şükür/Sonunda/Nihayet! Aylar/Yıllar oldu/geçti senden yazmanı isteyeli.)
   A: Sorry.
   (Özür dilerim/Kusura bakma.)

* A: Pete finally sent me the files I've been waiting for.
   (Pete sonunda beklediğim dosyaları bana gönderdi.)
   B: It's about time!
   (Daha önce/Çoktan yollaması gerekiyordu/Hele şükür!/Geç bile kaldı.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder