rather than
= instead of; and not
used with the infinitive form of a verb to indicate negation as a contrary choice or wish
= ... yerine, ..maktansa, ..dense, ..den ise
..den ziyade, ..den daha çok
..ya tercihen
... değil ...
rather than English expression ingilizce |
* That man is so jealous, he will kill rather than lose her.
(O adam o kadar kıskanç biri ki, onu kaybetmektense öldürür onu.)
* We ought to invest in machinery rather than buildings.
(Binalara/İnşaata değil, makineye yatırım yapmalıyız.)
(İnşaat yerine makineye yatırım yapmamız lazım.)
(Parayı binalara yatıracağımıza/yatırmak yerine makineye yatırımda kullanmalıyız/değerlendirmeliyiz.)
* I prefer to stay at home rather than go out.
(Dışarı çıkmaktansa/çıkmak yerine evde kalmayı yeğlerim/tercih ederim.)
* Rather than continue the argument, he walked away.
(Tartışmayı sürdürmek yerine çekip gitti/oradan uzaklaştı.)
(Tartışmayı sürdürmektense çekip gitmeyi/oradan uzaklaşmayı tercih etti.)
* He saw his music as a hobby rather than a career.
(Müzik uğraşını/çalışmalarını bir kariyerden/meslekten/işten ziyade bir hobi olarak gördü.)
* He chose to sing rather than play violin.
(Keman çalmak yerine şarkı söylemeyi seçti.)
(Keman çalmayı değil de şarkı söylemeyi/şarkıcılığı seçti.)
* Use specific words rather than generic categories.
(Genel kategorilerden çok, belirli sözcükleri kullanın.)
(Genel kategorileri kullanmak yerine/kullanmaktansa belirli sözcükleri kullanın.)
* I'd call her hair chestnut rather than brown.
(Bence onun saçı kahverengiden ziyade/daha çok kestane rengine çalıyor/yakın.)
* I'd prefer to go in August rather than in July.
(Temmuzda gitmektense ağustosta gitmeyi tercih ederim.)
* You can use visual cues rather than sounds in many applications by changing your PC settings.
(Bilgisayar ayarlarınızı değiştirerek birçok uygulamada ses yerine görsel ipuçları kullanabilirsiniz.)
* I prefer starting early rather than leaving things to the last minute.
(İşleri son ana bırakmaktansa/bırakmak yerine erken başlamayı tercih ederim.)
* This place is like a museum rather than a house.
(Bu yer evden ziyade/daha çok müzeye benziyor/müzeyi andırıyor.)
(Ev değil, müze sanki mübarek!)
* Why do people respect the package rather than the man?
(İnsanlar neden kişilikten daha çok kıyafete/görünüşe saygı duyarlar?)
(İnsanlar neden kişiliğe değil de dış görünüşe saygı duyarlar ki?)
* Rather than calling him, let's go and see him.
(Telefon etmektense gidip görelim/ziyaretine gidelim.)
* Rather than staying idle, I'll finish my work.
(Boş boş durmaktansa/durmak yerine/duracağıma işimi bitireyim/tamamlayayım.)
* I decided to visit a friend rather than go home.
(Eve gitmek yerine/gitmektense/gideceğime bir arkadaşı ziyaret etmeye/bir arkadaşa uğramaya karar verdim.)
(Eve gitmek yerine/gitmektense/gideceğime bir arkadaşı ziyaret edeyim/bir arkadaşa uğrayayım dedim.)
* It was what he meant rather than what he said.
(Önemli olan sözlerinden/ne söylediğinden ziyade maksadı idi.)
* John chose to quit rather than admit that he'd made a mistake.
(John hata yaptığını/hatalı olduğunu kabul etmektense/kabul etmek yerine istifa etmeyi seçti/tercih etti.)
* We want the matter settled sooner rather than later.
(Sorunun/Meselenin daha sonra değil, kısa zamanda/bir an önce çözülmesini/halledilmesini istiyoruz.)
* A shortcut is an icon that represents a link to an item, rather than the item itself.
(Kısayol, ögenin kendisini değil, o ögenin bağlantısını temsil eden bir simgedir.)
* He felt shock rather than anger.
(Öfkeden ziyade/çok bir şok hissetti/Duyduğu his öfkeden ziyade şoktu.)
* I decided to write rather than phone/phoning.
(Telefon etmek yerine yazmaya karar verdim.)
(Telefon açıp söyleyeceğime yazayım dedim.)
* Helicopters are mainly used for military rather than civil use.
(Helikopterler çoğunlukla sivil kullanımdan ziyade askeri amaçlı/alanda kullanılmaktadır.)
* His ambition was to paint, rather than make money.
(Onun tutkusu/arzusu para kazanmaktan çok resim yapmaktı.)
* Rather than use/using the last of my cash, I decided to write a cheque.
(Son paramı kullanmak yerine çek yazmaya karar verdim.)
(Son nakitimi harcayacağıma/kullanacağıma çek yazayım/çekle ödeyeyim dedim.)
* Taurus person is managed by emotions rather than logic.
(Boğa insanı, mantığından çok duyguları tarafından yönetilir.)
(Boğa burcundan olan kişiler mantıklarından ziyade duyguları ile hareket ederler.)
* I prefer photographing people rather than places.
(Mekanlardan ziyade insanları fotoğraflamayı/insanların fotoğraflarını çekmeyi daha çok seviyorum.)
* He was a decent player rather than a gifted one.
(Yetenekli bir oyuncudan ziyade iyi bir oyuncuydu.)
(Onun için yetenekli bir oyuncuydu diyemeyiz/denilemez ama iyi bir oyuncuydu.)
* I want a plain rather than a patterned cloth.
(Desenliden ziyade/daha çok düz bir kumaş istiyorum/arıyorum/bakıyorum.)
* We're focused on the financial, rather than social, aspects of the problem.
(Sorunun/Meselenin sosyal yönlerinden ziyade mali yönlerine yoğunlaşıyoruz.)
(Dikkatimizi sorunun sosyal yönlerine vereceğimize mali/parasal yönlerine veriyoruz.)
* Most convalescents prefer to be cared for at home rather than in a hospital.
(İyileşme dönemindeki hastaların çoğu bakımlarının hastaneden ziyade evde yapılmasını tercih ediyor/daha çok istiyor.)
* They relied on brains rather than brawn.
(Kas gücünden ziyade akla/zekaya/akıllarına güvenirlerdi.)
* She prefers baths rather than showers.
(Duş almaktan ziyade/daha çok banyo yapmayı seviyor/tercih ediyor.)
* Rather than complain, you should try to make changes.
(Şikayet etmek yerine/Şikayet edeceğine değiştirmeye çalışmalısın/değiştirmek için uğraşmalısın/çabalamalısın.)
* He was given probation rather than jail time.
(Hapis cezası yerine onu şartlı tahliye ile serbest bıraktılar.)
* Their oath was to die rather than give up.
(Teslim olmaktansa ölmeye yemin etmişlerdi/ant içmişlerdi.)
(Ölürüz de teslim olmayız diye yemin etmişlerdi/ant içmişlerdi.)
* Tutoring is provided by older students rather than teachers.
(Özel dersler öğretmenler tarafından değil büyük/eski öğrenciler tarafından verilmektedir.)
* University professors, rather than the board, would select their candidates.
(Adaylarını kurul yerine, üniversite profesörleri kendileri seçecek.)
* I prefer to drink tea rather than drink coffee.
(Kahve içmek yerine/içmektense çay içmeyi yeğlerim/tercih ederim.)
(Çay içmeyi kahve içmekten daha çok seviyorum.)
* You create a problem rather than solving one.
(Çözmek yerine/Çözeceğin yerde sorun yaratıyorsun.)
* He regards women as disposable pleasures rather than as meaningful pursuits.
(O, kadınları anlamlı bir meşgale olmaktan daha çok tek kullanımlık zevk olarak görüyor.)
* Rather than criticizing your husband, why not find out if there's something wrong?
(Kocanı eleştireceğine/eleştirmek yerine, bir sorun olup olmadığını öğrensene/bulsana!)
* It would be better to make a decision now, rather than leave it until later.
(Sonraya bırakmaktansa şimdi bir karar vermek daha doğru/iyi olur.)
* Why didn't you ask for help, rather than trying to do it on your own?
(Kendi başına yapmaya çalışmak yerine niye yardım istemedin?)
* I decided to do a job I'm going to like rather than one that gives me loads of money but also loads of stress.
(Bana çok para kazandıran ama aynı zamanda beni çok da strese sokan bir işte çalışmaktansa/çalışmak yerine seveceğim/seve seve gideceğim bir işte çalışmaya/bir işi yapmaya karar verdim.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder