to count
= to be important or valuable or significant
to have value or importance
= önemli/değerli/kıymetli/etkili olmak
değeri/önemi/etkisi olmak
önem/anlam taşımak, bir şey ifade etmek
dikkate alınması gerekir konumda/nitelikte olmak
karar verici/belirleyici/etkileyici güç olmak
to count definition meaning english ingilizce |
* It is not how much you read but what you read that counts.
(Ne kadar çok okuduğun değil, ne okuduğun önemlidir.)
(Mesele çok okumak değil, değerli/nitelikli/sana katkı sağlayacak şeyleri okumaktır.)
* Don't forget, this paper counts for half your final grade.
(Unutma, bu ödev/sınav kağıdı, final notunun yarısına etki ediyor/edecek.)
(Hatırlatayım, final notunun yarısı bu sınavın/ödevin notundan gelecek.)
* My opinion doesn't count for much around here.
(Ne düşündüğüm burada pek önemsenmiyor/kâle alınmıyor.)
(Görüşlerimin burada pek bir kıymeti harbiyesi yok.)
* It's the thought that counts.
(Önemli olan düşünmen/düşünmüş olman.)
(Düşünmen yeter.)
(Genelde bize hediye verene söyleriz.)
* Disposable income is what counts for the level of personal consumption.
(Kullanılabilir/Harcanabilir/Net gelir, kişisel tüketim/harcama seviyesini belirleyen şeydir.)
* I've always believed that happiness counts more than money.
(Her zaman mutluluğun paradan daha değerli/önemli olduğuna inanmışımdır.)
* It's what's inside that counts.
(Önemli olan içindekilerdir.)
(Bir insanın kişiliği dış görünüşünden daha önemlidir.)
(Kaporta değil, motor önemlidir.)
* Doesn't all my work count for anything?
(Bu kadar/Bunca çalışmamın/emeğimin bir önemi/anlamı yok mu?)
* Doesn't my opinion count for anything?
(Benim düşüncemin/ne düşündüğümün hiç mi önemi/kıymeti/değeri yok?)
(Benim ne düşündüğüm bu kadar mı değersiz?)
* First impressions really do count.
(İlk izlenim/intiba çok önemlidir.)
* You really count with me.
(Benim için değerin çok fazla/Benim için çok değerlisin.)
(Bende hatırın çok fazla.)
* Don't I count for anything?
(Hiç hatırım yok mu/Hiç mi hatırım yok?)
* This experience counts for much in his life.
(Bu tecrübe/deneyim onun hayatında büyük öneme sahip.)
(Bu tecrübenin/deneyimin onun hayatında büyük etkisi olacak.)
* Emotion counts above vocabulary in verbal communication.
(Sözlü iletişimde gösterdiğin duygular kullandığın kelimelerden daha önemlidir/etkilidir/belirleyicidir.)
* That's what counts.
(Önemli olan da bu zaten.)
* What he says counts.
(Onun sözleri/ne söylediği/görüşleri önemlidir.)
* Every bit of help counts.
(En ufak yardım bile değerlidir/anlamlıdır.)
(Yardımın büyüğü küçüğü olmaz.)
* Every vote counts.
(Her oy değerlidir/kıymetlidir.)
(Tek bir oyun bile sonuca etkisi vardır.)
* Teamwork: that's what counts in this organisation.
(Takım/Ekip çalışması; bu şirkette önemli olan budur.)
(Biz bu şirkette takım/ekip çalışmasına önem veriyoruz/ekip çalışmasını önemsiyoruz.)
* Proper clothes count for much in business.
(Usturuplu/Usüle göre giyinmek işyerinde/işletmelerde önemlidir.)
(İş hayatında usulüne göre giyinmek önemlidir.)
* Money counts for little.
(Paranın bir önemi yok/Para önemli değil.)
* What you've done before doesn't count.
(Daha önce yaptıklarının bir önemi yok.)
(Daha önce yaptıkların sayılmaz.)
* "What if" doesn't count in the criminal justice system.
(Varsayımların ceza hukukunda bir önemi/değeri yoktur.)
(Ceza hukukunda varsayımlarla hareket edilmez.)
* Experience counts in this job.
(Bu işte tecrübe/deneyim önemlidir.)
* Experience counts for a lot in poker.
(Pokerde/Poker oyununda tecrübe/deneyim çok önemlidir.)
* It's as if your opinions just don't count.
(Sanki senin düşüncelerin/görüşün önemsenmiyor.)
(Senin düşüncelerinin/görüşünün önemsenmiyormuş gibi geldi bana.)
* My opinion doesn't count for anything around here.
(Burada benim düşüncelerimin pek kıymeti yok.)
(Burada benim düşüncelerime değer veren/düşüncelerimi önemseyen kimse yok.)
* Doesn't his long tenure count for anything?
(Bunca yıldır görev yapıyor, bunun bir önemi/anlamı/değeri yok mu/hiç mi bir önemi yok?)
* You're late, but you're here; and that's what counts.
(Geciktin/Geç kaldım ama buradasın/geldin, zaten önemli olan da bu.)
* What really counts is whether you have good computing skills.
(Hesap kitaptan iyi anlayıp anlamadığının/Hesaplarla aranın iyi olup olmadığının büyük önemi var.)
* They made me feel my views didn't count for anything.
(Bana görüşlerimin bir önemi olmadığını/görüşlerimi önemsemediklerini/takmadıklarını hissettirdiler.)
* It isn't where you came from, it's where you're going that counts.
(Nereden geldiğiniz değil nereye gittiğinizdir önemli olan.)
(Önemli olan ne olduğun değil ne olacağındır.)
* Your positive attitude counts for a lot as far as I'm concerned.
(Bana göre/Bence pozitif tutumunuzun bunda çok büyük etkisi var.)
* It's quality not quantity that really counts.
(Gerçekten önemli olan şey sayı değil niteliktir.)
(Kalite miktardan/sayıdan daha önemlidir.)
* I save my hate for what counts.
(Ben nefretimi kâle alınacak/değecek şeylere saklarım.)
(Ben öyle herşeye buğuz etmem.)
* This question counts for 50 points.
(Bu sorunun 50 puan değeri var.)
(Bu 50 puan değerinde bir sorudur.)
* Each basket counts for two points.
(Her bir basket iki puan değerindedir/sayılıyor.)
* That try didn't count - I was practicing.
(Bu sayılmaz, alıştırma yapıyordum.)
* Only looks and money count in this world.
(Bu dünyada sadece dış görünüşün ve paranın kıymeti var.)
(Bu dünyada sadece görünüşe ve paraya değer veriyorlar/veriliyor.)
* In practice, ability counts for more than effort.
(Pratikte/Uygulamada/Gerçek hayatta yetenek/beceri gayretten daha çok önemlidir.)
* You're always happy at first. It's how you feel at the end that counts.
(Başlarda herkes mutludur. Önemli olan sonunda ne hissettiğindir.)
* It's the first step that counts.
(İlk adımı atmak önemlidir/Önemli olan ilk adımı atmaktır.)
* Knowledge without common sense counts for nothing.
(Sağduyuya aykırı/Sağduyudan yoksun bilginin/ilmin bir değeri/kıymeti yoktur.)
(Sağduyuya aykırı/Sağduyudan yoksun bilgiden/ilimden hiçbir fayda gelmez.)
* It's not what you say that counts, but how you say it.
(Önemli olan ne söylediğin değil, nasıl söylediğindir.)
(Önemli olan içerik değil üsluptur.)
* It's not what you say, but what you do that counts.
(Önemli olan ne söylediğin değil, ne yaptığındır.)
(Ben söze değil icraata bakarım.)
* It's what you learn after you know it all that counts.
(Herşeyi biliyorum dedikten sonra öğrendiğin şey/öğrendiklerin önemlidir.)
(Asıl bilgi, herşeyi biliyorum dediğiniz noktadan sonra kazanacağınız bilgilerdir.)
* What school a person graduated from counts for nothing.
(Bir insanın mezun olduğu okulun/hangi okuldan mezun olduğunun bir önemi yoktur.)
* Your health is what counts - the cost of the treatment is not important.
(Önemli olan senin sağlığın, tedavinin maliyeti/kaça patlayacağı mühim değil.)
* Your friendship counts more to me than you'll ever know.
(Dostluğumuzun/Arkadaşlığımızın benim için ne kadar kıymetli olduğunu asla bilemezsin/tahmin edemezsin.)
* It did not matter what the audience thought—it was the critics that counted.
(Seyircinin ne düşündüğü önemli değildi, önemli olan eleştirmenlerin düşünceleriydi/ne dediğiydi.)
* Your faults do not lessen my respect for you, and in friendship this is what counts.
(Hataların sana olan saygımı azaltmaz, zaten arkadaşlıkta önemli olan budur.)
* It's often the little things that count the most.
(Genellikle küçük/önemsiz görünen/kabul edilen şeyler en önemli şeylerdir.)
(Genellikle sonucu belirleyen şeyler küçük/önemsiz görülen şeylerdir.)
* In Kabuki, not only talent, but also heredity counts.
(Kabukide sadece yetenek değil aynı zamanda kalıtım da önemlidir.)
(Kabukide yetenek kadar kalıtım da önemlidir.)
* She's never lied to me, and in my book that counts for a lot.
(Bana hiç yalan söylemedi ve bunun benim kitabımda/benim için anlamı çok büyük.)
(Bana asla yalan söylemedi, ki bu benim için çok önemli/çok şey ifade ediyor.)
* Logically, in a ‘normal’ election, governance issues should count significantly.
(Mantıken, normal/olağan bir seçimde, yönetim sistemi/şekliyle ilgili meselelerin büyük ölçüde/daha fazla önemli/belirleyici/etkili olması gerekir.)
* Critics' views count only when they echo the public's.
(Eğer eleştirmenlerin görüşü halkın görüşünü yansıtıyorsa değerlidir/bir önemi vardır.)
* When I first came to college I realised that brainpower didn't count for much.
(Koleje/Üniversiteye ilk başladığımda beyin gücünün/zekanın çok fazla bir öneminin/etkisinin olmadığını anladım/fark ettim/gördüm.)
* I don’t have all the courses they list but I do have a lot of specialized experience in my field, so I am hoping that will count for something when they look at my application.
(Onların yazdığı tüm kursları/eğitimleri almadım/almış değilim ama alanımda/sahamda bir çok profesyonel tecrübem/deneyimim oldu, iş başvurumu değerlendirdiklerinde bunun bir etkisinin olmasını/olacağını umuyorum.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder