9 Haziran 2016 Perşembe

İngilizce Deyimler ve İfadeler 103

can't seem to do something


= apparently unable to or incapable of doing something
    used to express the idea of repeatedly trying without success
    be unable to do something, despite having tried
    used to say that you have tried to do something but cannot do it
    used to make a statement less forceful or more polite
    used to diminish the force of a following infinitive to be polite

= (denemeye/uğraşmaya rağmen) bir türlü olmamak/yapamamak

can't seem to do something English ingilizce

* No matter how hard I try, I can't seem to concentrate on this book.
  (Ne kadar uğraşsam da/gayret etsem de bir türlü bu kitaba kendimi veremiyorum.)

* He couldn't seem to figure out how to work the machine.
  (Makinenin nasıl çalıştığını bir türlü bulamadı.)

* I can't seem to quit smoking.
  (Sigarayı bir türlü bırakamıyorum.)
  (Sigarayı bırakmayı kaç defa denedim ama olmuyor.)

* I can't seem to get through to you.
  (Yok galiba size anlatamayacağım.)
  (Anlatıyorum anlatıyorum, anlamıyorsunuz bir türlü.)
  (O kadar -telefonla- aradım sana ulaşamıyorum/ulaşamadım.)

* I just can't seem to get this jar open!
  (Bu kavanozu bir türlü açamıyorum!)
  (Bu kavanozu da bir açamadım ya!)
  (Bu kavanoz da bir açılmadı gitti ya!)

* You can't seem to finish anything.
  (Bir işi bitiremiyorsun.)
  (Bir işi bitireceğin yok senin.)

* John can't seem to avoid Jeny.
  (John bir türlü Jeny'den uzak duramıyor.)
  (John, Jeny'siz yapamıyor/yapamaz.)

* I can't seem to stop eating.
  (Yememe bir türlü engel olamıyorum.)
  (Boğazımı tutamıyorum.)

* He couldn't seem to remember his lines.
  (Repliğini bir türlü hatırlayamadı/Repliği bir türlü aklına gelmedi.)

* I can't seem to solve the problem.
  (Problemi bir türlü çözemiyorum.)

* I couldn't seem to hit the ball straight.
  (Topa bir türlü düzgün vuramadım.)
  (O kadar uğraşmama/denememe rağmen topa düzgün vuramadım.)

* I can't seem to reach John.
  (John'a bir türlü ulaşamıyorum.)
  (John'u aradım defalarca ama ulaşamıyorum.)

* He can't seem to stop talking about you.
  (Senin hakkında konuşmadan duramıyor.)
  (Sürekli senin hakkında konuşuyor/senden bahsediyor/iki lafından biri sensin.)

* I can't seem to escape you today.
  (Yok bugün senden kurtulamayacağım.)
  (Anlaşıldı bugün senden kurtuluş yok.)
  (Bugün seni atlatamayacağım anlaşılan!)

* John can't seem to find a decent job.
  (John adam gibi/doğru dürüst/adamakıllı/saygın/eli işi düzgün bir iş bulamıyor.)

* We can't seem to find our way back home.
  (Eve dönüş yolunu bir türlü bulamıyoruz.)

* John can't seem to keep his eyes off Jeny.
  (John bir türlü gözlerini Jeny'den alamıyor.)
  (John, Jeny'ye bakmaya doyamıyor.)
  (John'un gözleri sürekli Jeny'de
.)

* You have a go. I can't seem to get it to work.
  (Sen denesene. Ben çalıştıramıyorum bir türlü.)

* John can't seem to get over Jeny's death.
  (John, Jeny'nin ölümünü bir türlü atlatamıyor/atlatamadı.)
  (John, Jeny'nin ölümünden sonra bir türlü kendini toparlayamadı/toparlanamadı.)

* John and Jeny can't seem to agree on anything.
  (John ve Jeny hiçbir şeyde bir türlü anlaşamıyorlar/uzlaşamıyorlar/fikir birliğine varamıyorlar.)

* I can't seem to recall where we met.
  (Nerede tanıştığımızı/karşılaştığımızı hatırlayamıyorum.)
  (Nerede tanıştığımız/karşılaştığımız gelmiyor aklıma bir türlü.)

* John can't seem to get rid of his nasty cold.
  (John yakalandığı ağır gribi/soğuk algınlığını bir türlü atlatamıyor.)
  (John yakalandığı ağır gripten/soğuk algınlığından bir türlü kurtulamıyor.)

* I just can't seem to outdo him. I've got a lot to learn.
  (Onu bir türlü geçemiyorum. Öğrenmem gereken çok şey var.)
  (Onu bir türlü yenemiyorum. Daha kırk fırın ekmem yemem lazım.)

* Some people can't seem to understand that I don't need alcohol to have a good time.
  (Bazı insanlar alkolsüz de güzel vakit geçirebileceğimi/eğlenebileceğimi anlayamıyor/kafası basmıyor.)

* I can't seem to focus on work at all today.
  (Bugün kendimi işe hiç veremiyorum.)

* I can't seem to do anything that doesn't make John angry.
  (Ne yapsam John'a batıyor/John'un hoşuna gitmiyor.)
  (Ne yapsam John yine de kızıyor.)

* I can't seem to get the story straight.
  (Olayı tam olarak/doğru bir şekilde anlayamıyorum.)
  (Kafam olaya tam olarak basmıyor bir türlü.)

* I can't seem to learn these Chinese characters.
  (Bu Çince harfleri öğrenemeyeceğim galiba.)
  (Olmuyor, bu Çince harfleri öğrenemiyorum bir türlü.)

* I can't seem to get warm. I've been cold all day.
  (Bir türlü ısınamıyorum. Bütün gün üşüdüm.)

* John can't seem to do anything right.
  (John hiçbir şeyi doğru dürüst/düzgün bir şekilde yapamıyor.)

* I've been over these figures three times, but I just can't seem to get them to add up.
  (Bu rakamların/sayıların üzerinden üç defa geçtim ama bir türlü toplamı tutturamıyorum.)
  (Bu rakamları/sayıları üç defa kontrol ettim ama toplamı bir türlü tutturamıyorum.)

* I can't seem to get up early in the morning.
  (Sabahları bir türlü erken kalkamıyorum.)

* I can't seem to get along with her.
  (Onunla bir türlü anlaşamıyorum/geçinemiyorum.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder