to outdo someone
= to be, or do something, better than someone else
to be better than someone else at doing something
to do better than; to be more successful than (someone or something)
to go beyond in action or performance
to excel, to surpass
= (bir kimseden) daha iyi olmak/yapmak
(bir kimseyi) geride bırakmak/geçmek, yenmek
(Bir kimseye) üstün gelmek, (bir kimseden) daha başarılı olmak
(bir kimseden) daha iyi/başarılı performans göstermek/sergilemek
to outdo someone english ingilizce |
* My sister always tried to outdo me in school.
(Kız kardeşim her zaman okulda/derslerde beni geçmeye çalışırdı/geçmek için çabalardı.)
* The men tried to outdo each other in their generosity.
(İnsanlar cömertlikte birbirleriyle yarışıyordu.)
* He outdoes me in every subject.
(O her alanda/konuda benden daha ileride/üstün/iyi/başarılı.)
* He always tries to outdo everybody else in the class.
(Her zaman sınıfta birinci olmak/sınıfın en başarılısı/çalışkanı/sınıf birincisi olmak için uğraşıyor/çabalıyor.)
* It was important for me to outdo them, to feel better than they were.
(Onlardan daha moralli olmak açısından onları geride bırakmak/geçmek benim için önemliydi.)
(Onları geride bırakıp/geçip onlardan daha moralli olmak benim için önemliydi.)
* I just can't seem to outdo him. I've got a lot to learn.
(Onu bir türlü geçemiyorum. Öğrenmem gereken çok şey var.)
(Onu bir türlü yenemiyorum. Daha kırk fırın ekmem yemem lazım.)
* Skaters are trying to outdo each other in grace and speed.
(Patenciler estetik ve hızda/çabuklukta/süratte birbirlerini geçmek/geride bırakmak/birbirlerine üstün gelmek için mücadele ediyorlar.)
* They are constantly trying to outdo each other.
(Sürekli birbirlerine üstün gelmek/birbirlerini geçmek için uğraşıyorlar.)
(Daha başarılı olmak için sürekli birbirleriyle yarışıyorlar/çekişiyorlar.)
* She scored 20 points in the first game. Not to be outdone, I scored 30 points myself in the second game.
(İlk karşılaşmada/partide/oyunda 20 puan kazanmıştı/almıştı. Onun altında kalmamak için/kalmayayım diye ben de ikinci oyunda/partide 30 puan kazandım.)
(İlk maçta 20 sayı üretmişti/20 basket atmıştı/20 sayıyla oynamıştı. Onun altında/gerisinde kalmamak için ben de ikinci maçta 30 basket attım/30 sayı ürettim/maçı 30 sayıyla bitirdim/tamamladım.)
* Smaller companies often outdo larger ones in customer service.
(Küçük firmalar müşteri hizmetlerinde büyük firmalardan genellikle daha başarılılar/daha iyi hizmet veriyorlar.)
(Müşteri hizmetleri konusunda küçük firmalar büyük firmalardan daha ileri seviyedeler/daha başarılılar/iyiler.)
* When it comes to speed of response, a small firm can outdo a big company.
(Geri dönme süresinde/Müşteriye geri dönüş hızı/süresi konusunda, küçük firmalar büyük firmalardan daha iyi/başarılı olabiliyorlar.)
* Both sides have tried to outdo each other to show how tough they can be.
(İki taraf da ne kadar çetin/dişli/zorlu olabileceklerini/olduklarını göstermek/kanıtlamak için birbirlerine üstün gelmeye çalıştılar.)
* Not to be outdone, other computer manufacturers are also donating machines to schools.
(Altta kalmamak için diğer bilgisayar imalatçıları da okullara techizat bağışlıyorlar/bağışında bulunuyorlar.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder