29 Kasım 2016 Salı

Çeviri Çalışmaları 47

English Through Movies

Filmlerle İngilizce


Sex and the City-5


A: In her defence, she's had a very, very bad day.
B: Her boyfriend just broke up with her.
C: On a post-it.
D: Come on. That didn't happen.
   "I'm sorry. I can't. Don't hate me." Wow. Brutal.
------------- -----------
* in one's defence: birini savunmak adına, müdafaa etmek amacıyla
* to have a bad day: kötü bir gün geçirmek
* boyfriend: erkek arkadaş
* just: daha yeni
* to break up with someone: ayrılmak, ilişkiyi bitirmek, bırakmak, terk etmek
- I want you to break up with my daughter.
  (Kızımdan ayrılmanı istiyorum/Kızımı bırakmanı istiyorum/Kızımla olan ilişkini bitirmeni istiyorum.)
* post-it: post-it not kağıdı
* come on: yok canım, olur mu öyle şey, haydi oradan
* to happen: olmak, yaşanmak, meydana gelmek
* to be sorry: özür dilemek, üzüntüsünü ifade etmek
* to hate: nefret etmek
* brutal: acımasız, gaddar
------------- -----------
A: Onu savunmak adına söylüyorum, bugün çok kötü/berbat bir gün geçirdi.
B: Daha yeni erkek arkadaşı onu terk etti.
C: Post-it notuyla -hem de-.
D: Yok daha neler! Öyle bir şey olmadı.
   "Beni affet. Yapamıyorum. Benden nefret etme." Vay be, acımasız biriymiş.

Çeviri Çalışmaları 46

English Through Movies

Filmlerle İngilizce


Shutter Island-1


- I decided to take a long swim in the lake.
------------- -----------
* to decide to do sth: yapmaya karar vermek
- My friend decided to go abroad.
  (Arkadaşım yurtdışına gitmeye karar verdi.)
* to take a swim: yüzmek
- Why don't you go out to the pool and take a swim?
  (Niye havuza gidip yüzmüyorsun? / Havuza gidip yüzsene!)
* long: uzun süre
* lake: göl
------------- -----------
- Gölde uzun bir süre yüzmeye karar verdim.

Çeviri Çalışmaları 45

English Through Movies

Filmlerle İngilizce


Sex and the City- 4



If I hadn't accidentally gotten pregnant by Steve, I never would have had Brady.
I'm not finished. And had no time to eat.
So I never would have fit into my skinny jeans and realize this city is full of cute men.
------------- -----------
* if: eğer, şayet
* accidentally: kazara, istemeden
* to get pregnant by someone: birinden hamile kalmak
- She's been trying to get pregnant for a year now.
  (Bir seneden beri hamile kalmak için uğraşıyor.)
* never: asla, hiçbir zaman
* to have someone: birine sahip olmak, tanımak
* to be finished: (işini/sözünü vb) bitirmiş/tamamlamış olmak
* to have no time to do sth: yapmaya/yapacak vakti olmamak
* to eat: yemek
* so: dolayısıyla, bunun üzerine, böylece
* to fit into: ..e sığmak, ..e girmek, ..e tam gelmek
- I can't fit into those clothes anymore.
  (Artık bu kıyafetler bana olmuyor.)
* skinny jeans: dar kesim kot
* to realize: farkına varmak, fark etmek, görmek
- She realizes how hard you worked.
  (Ne kadar sıkı/yoğun çalıştığının farkında/çalıştığını görüyor/anlıyor.)
* city: şehir
* to be full of: ile dolu olmak, bir sürü ... olmak, ile dolup taşmak, ... kaynamak
- Life is full of suprises.
  (Hayat sürprizlerle doludur.)
* cute: yakışıklı, çekici
------------- -----------
Eğer kazara Steve'den hamile kalmasaydım, asla Brady'ye sahip olamazdım/olamayacaktım.
-Sözlerimi- Bitirmedim. Ve yemeğe de vaktim olmayacaktı.
Böylece hiçbir zaman dar kot giyemeyecek ve şehirde yakışıklı erkek kaynadığını fark edemeyecektim.

23 Kasım 2016 Çarşamba

Çeviri Çalışmaları 44

English Through Movies

Filmlerle İngilizce


Peaceful Warrior-2


- What are you gonna do in eight months?
------------- -----------
* gonna: going to
- I think I'm gonna sneeze. Give me a tissue.
  (Sanırım/Galiba hapşıracağım. Bana bir mendil versene.)
* to do: yapmak
- What are you gonna do?
  (Ne yapacaksın?)
* in: ..de/da, süresince, zarfında, boyunca
* month: ay
------------- -----------
Sekiz ayda/Sekiz ay boyunca ne yapacaksın?

22 Kasım 2016 Salı

Çeviri Çalışmaları 43

English Through Movies

Filmlerle İngilizce


Sex and the City-3


- Big and I, we have this ... thing.
- It's all about the pheromones. We're all just animals reacting to each other's smell.
- And I have this non-married wonderful boyfriend with all his hair, waiting for me, who smells great.
- Don't beat yourself up. Aidan hasn't said "I love you" yet. Until he does, you're a free agent.
------------- -----------
* to have: sahip olmak
* thing: şey, sorun, mesele
* pheromones: feromon, haberleşme hormonu, aynı türün üyeleri arasındaki sosyal ilişkileri düzenleyen kimyasal madde
* to react to: tepki göstermek, tepki vermek
* each other: birbirine
* smell: koku
* non-married: evli olmayan, bekar
* with all one's hair: saçları gür, azıcık bile kelliği olmayan
* to wait for: beklemek
* to smell: kokmak
* to beat oneself up: kendini cezalandırmak, suçlamak, kendine haksızlık etmek, yüklenmek
* to say: demek, söylemek
* to love: sevmek
* yet: henüz, daha
* until: ..e kadar, ..e değin, ..e dek
* free agent: hareketlerinde serbest/özgür kimse, bekar erkek/kız
------------- -----------
- Big ile ben, bu şeyi yaşıyoruz/bu durumdayız işte.
- Bu tamamen feromonlarla alakalı bir şey. Hepimiz birbirimizin kokularına tepki veren hayvanlarız sadece.
- Bir de harika kokan, beni bekleyen ve saçları yerinde bekar harika bir erkek arkadaşım var.
- Kendine bu kadar yüklenme. Aidan henüz seni sevdiğini söylemedi. Söyleyene kadar sen bekar/özgür bir kadınsın.

Çeviri Çalışmaları 42

English Through Movies

Filmlerle İngilizce


Peaceful Warrior -1



- Yeah, why didn't he tell me?
  I mean, I don't know anything about the guy.
------------- -----------
to tell: söylemek
I mean: yani, demek istediğim
to know: bilmek
anything: herhangi bir şey
about: hakkında, ile ilgili, ..e dair
guy: herif, adam
------------- -----------
- Evet, o bana niye söylemedi?
  Demek istediğim şu, herifle ilgili hiçbir şey bilmiyorum.

13 Kasım 2016 Pazar

Çeviri Çalışmaları 41

English Through Movies

Filmlerle İngilizce


Sex and The City-2



A: I missed my prom in high school, because..
B: You were gay.
A: No, my girlfriend and I broke up the night before because..
B: You were gay.
A: No, I wasn't gay until..
B: You were born.
A: Never mind.
------------- -----------
* to miss: kaçırmak, katılamamak, hazır bulunamamak, gidememek
- She missed three days of school when she was sick.
  (Hastalandığında üç gün okula gidemedi.)

* prom: okul balosu, mezuniyet balosu
* high school: lise
* gay: eşcinsel, gey
* girlfirend: kız arkadaşı

* to break up: ayrılmak
- We broke up a few months ago.
  (Bir kaç ay önce ayrıldık/ilişkimiz bitti.)

* the night before: ..dan önceki gece, ..dan bir gece önce, ..ya bir gece kala
- You can check in your bags the night before the flight.
  (Uçuştan önceki gece/Uçuşa bir gece kala bagajlarınızı verebilirsiniz/bagajlarınızın girişini yapabilirsiniz.)

* until: ..e kadar, ..e dek, ..e değin
* to be born= doğmak, dünyaya gelmek
* Where were you born?
  (Nerede doğdun/Nere doğumlusun/Doğum yerin neresi?)

* never mind: neyse boşver, neyse salla gitsin, neyse önemli değil, neyse unut gitsin, neyse siktir et
------------- -----------
A: Lisede mezuniyet balosuna gidemedim/gidememiştim, çünkü/sebebi ...
B: Eşcinseldin/Eşcinsel olduğundan.
A: Hayır, kız arkadaşımla balodan bir gece önce ayrılmıştık, çünkü/sebebi..
B: Eşcinseldin/Eşcinsel olduğundan.
A: Hayır, ben şeye kadar gey/eşcinsel değildim ...
B: (Ta ki) Doğana kadar.
A: Neyse önemli değil.

12 Kasım 2016 Cumartesi

Çeviri Çalışmaları 40

English Through Movies

Filmlerle İngilizce


Pain and Gain-1



A: She's out of your league, bro.
B: Wow.
------------- -----------
* to be out of one's league: biriyle aynı ayarda/kulvarda olmamak, birinin dengi olmamak, kapasitesini aşmak, çapı yetmemek
- Jenny will never go on a date with John. She's out of his league.
  (Jenny John'la asla çıkmaz. John onun dengi değil/Jenny John'u aşar.)

* bro: kardeşim, dostum, adamım

------------- -----------
A: O kız seni aşar kardeşim/dostum.
   (O kız senin ayarın/dengin değil dostum.)
   (O kıza karşı hiç şansın yok dostum.)
B: Vay be/O ne be!

Çeviri Çalışmaları 39

English Through Movies

Filmlerle İngilizce


Sex and the City-1


- Hi.
- Hey. Why the tears?
- Paris is a mess. I never should have come here.
  Everything fell apart.
  We had a big fight and then I got slapped.
- You got what?
- No. He didn't mean it.
  It was an accident.
- He slapped you?
- What? No. It's not like that.
- I'll kick his ass.
- What?

--------- ---------
* tear: gözyaşı

* to be a mess: berbat/rezil bir hal almak, fiyaskoya dönmek, arap saçına dönmek, işler çığırından çıkmak
berbat/rezil/rezalet bir durumda olmak,
- The school system is a mess.
  (Okul sistemi tam bir rezalet.)

* never: asla, hiçbir zaman

* should have done: yapması gerekirdi, yapmaması hata oldu, yapsa iyi olurdu
- You should have come earlier. They have left.
  (Daha erken gelmeliydiniz. Onlar gittiler/çıktılar/ayrıldılar.)

* to come: gelmek

* to fall apart: dağılmak, bozulmak, mahvolmak, altüst olmak, ters gitmek, yolunda gitmemek
- I was going to get married next year, now everything fell apart.
  (Gelecek yıl evlenecektim, şimdi her şey/bütün planlar mahvoldu/bozuldu/suya düştü.)

* to have a fight: kavga etmek, kavga yaşamak, aralarında kavga yaşanmak
- Did he tell you we had a fight?
  (Sana kavga ettiğimizi söyledi mi?)

* to get slapped: tokat yemek, tokatlanmak, fiske yemek
- I got slapped on both cheeks.
  (İki yanağımı da tokat yedim/attı.)

* to mean: istemek, niyetlenmek, amaçlamak, tasarlamak
- I didn't mean to make her cry.
  (Onu isteyerek ağlatmadım/Onu ağlatmak istememiştim/Amacım onu ağlatmak değildi.)

* accident: kaza

* to slap= tokat atmak, tokatlamak
- She was so angry that she all but slapped me.
  (O kadar kızdı ki bana neredeyse tokat atacaktı.)

* like that: öyle, böyle, onun gibi

* to kick one's ass: canına okumak, dersini vermek, haddini bildirmek, gününü göstermek, fena benzetmek, pataklamak, bir güzel benzetmek, anasını ağlatmak
- I'm gonna kick his ass when I get out of here.
  (Buradan çıkınca onu bir güzel benzeteceğim/onun canına okuyacağım.)

--------- ---------
- Merhaba.
- Merhaba. Niye/Neden ağlıyorsun?
- Paris berbat bir yer/tam bir fiyasko. Buraya hiç gelmemeliydim.
  Her şey mahvoldu/altüst oldu/ters gitti / Hiçbir şey yolunda gitmedi.
  Aramızda büyük bir kavga yaşandı ve bana tokat attı.
- Sana ne attı/yaptı?
- Hayır. İsteyerek/Bilerek yapmadı.
  Kazayla oldu/Kazara tokat attı.
- Sana tokat mı attı?
- Ne? Hayır. Öyle bir şey olmadı/Sandığın/Düşündüğün gibi değil.
- Ona gününü göstereceğim.
- Ne?