21 Haziran 2016 Salı

İngilizce Deyimler ve İfadeler 110

it is high time (+ PAST SUBJUNCTIVE)


= it is about the right time for something
    it is the appropriate time or past the appropriate time
    it is the latest possible time; a time that is almost too late
    it should have happened a long time ago
    used for saying that something should be done soon, because it is already past the time when it should have been done
    used to express that something should be done and that it is already a bit late
    it is about time

= tam zamanı, artık zamanı geldi
    zamanı geldi de geçiyor bile
    geç bile kaldın
    hele şükür, sonunda, nihayet

it is high time english expression ingilizce

* It's high time the government took action.
  (Hükumetin harekete geçmesinin/bir şeyler yapmasının zamanı geldi.)
  (Hükumetin harekete geçmesi/bir şeyler yapması lazım/gerekiyor.)

* It's high time you had a haircut.
  (Saç tıraşı zamanın gelmiş de geçiyor.)
  (Saçların kes beni diyor.)
  (Saçlarını tıraş ettirmelisin/tıraş ettirsen iyi olur.)

* It's high time we were leaving.
  (Gitme/Kalkma vaktimiz geldi.)
  (Artık gitmemiz/kalkmamız lazım/gerekiyor.)

* It's high time someone taught you a lesson.
  (Artık birinin sana dersini vermesinin zamanı geldi/vermesi lazım.)
  (Keşke biri sana dünyanın kaç bucak olduğunu gösterse.)

* It's high time we left - come on or we'll miss the train.
  (Kalkmamızın vakti geldi, hadi, yoksa treni kaçıracağız/trene yetişemeyeceğiz.)
  (Kalkmamız/Çıkmamız lazım, hadi, yoksa treni kaçıracağız/trene yetişemeyeceğiz.)

* It's high time you could ride a bike.
  (Artık bisiklete binmeyi/bisiklet sürmeyi öğrenmenin zamanı geldi.)
  (Artık bisiklete binmeyi/bisiklet sürmeyi öğrenmen lazım.)
  (Bisiklete binmeyi/Bisiklet sürmeyi şimdiye kadar öğrenmen/öğrenmiş olman lazımdı.)

* I've had a lovely time tonight, but it's high time I went.
  (Bu gece harika zaman geçirdim/çok eğlendim ama gitme vaktim geldi/gitmem gerekiyor hatta geciktim bile/şimdiye çıkmış olmam lazımdı.)

* It's high time you got married and settled down.
  (Evlenip bir yuva kurmanın zamanı geldi de geçiyor.)
  (Şimdiye kadar evlenip bir yuva kurmuş olman lazımdı.)

* It's high time you stopped wasting your money.
  (Paranı çarçur etmeyi bırakmanın zamanı geldi.)
  (Paranı çarçur etmeyi bırakmalısın/bırakman lazım.)

* Your room looks really untidy. It's high time you tidied it.
  ((Odan çok dağınık/karışık/pasaklı görünüyor. Odanı temizlemenin/Odana çeki düzen vermenin zamanı gelmiş de geçiyor bile.)
  (Odan çok dağınık/karışık/pasaklı görünüyor. Acilen/Vakit geçirmeden odanı temizlemen/toparlaman lazım.)

* It's high time she learnt how to take care of herself.
  (Artık kendi başının çaresine bakmasını/kendi ayakları üzerinde durmasını öğrenmesinin zamanı geldi.)
  (Artık kendi başının çaresine bakmasını öğrenmesi lazım.)

* It's high time you learned to look after yourself!
  (Artık kendine bakmayı/kendi sorumluluğunu almayı öğrenmen gerekir/öğrenmenin zamanı geldi.)

* It is high time Japan played an important role in the international community.
  (Japonya'nın uluslararası toplumda önemli bir rol üstlenmesinin/oynamasının zamanı geldi/tam zamanı.)
  (Japonya'nın uluslararası toplumda önemli bir rol üstlenmesi/oynaması gerekir/gerekiyor.)

* It's high time I went to the doctor; I've postponed it four times.
  (Artık doktora gitmemin zamanı geldi, dört defadır erteliyorum/sonra giderim diyorum.)
  (Artık doktora gitmem lazım, dört kere tehir ettim.)

* It’s high time we got a pay rise!
  (Artık maaşlarımıza zam yapılmasının zamanı geldi.)
  (Maaşlarımıza zam yapılsın/zam yapılmasını istiyoruz.)

* It’s high time you stopped smoking.
  (Sigara içmeyi bırakmanın artık zamanı geldi de geçiyor.)
  (Artık sigara içmeyi bırakmalısın/bırakman lazım.)

* It's high time (that) you cleaned your room.
  (Odanı temizlemenin/Odana çekidüzen vermenin zamanı geldi artık.)
  (Artık şu odanı bir temizlesen diyorum.)

* It's high time they painted the house.
  (Evi boyamalarının vakti geldi de geçiyor bile.)
  (Evi acilen/vakit geçirmeden boyamaları lazım.)

* It's high time you started thinking about saving for your old age.
  (İhtiyarlığın için birikim yapmayı düşünmeye/planlamaya başlamanın artık zamanı geldi.)

* It's getting dark so it's high time the children came inside.
  (Hava kararıyor/kararmaya başladı bu yüzden çocukların içeriye girme/eve gelme vakti geldi.)

* It was high time someone invited me to lunch.
  (Artık birinin beni yemeğe davet etmesinin zamanı gelmişti.)
  (Hele şükür/Sonunda/Nihayet biri beni yemeğe davet etti.)

* It's high time you got that bad knee of yours looked at by a doctor!
  (Dizindeki rahatsızlığı şimdiye kadar çoktan bir doktora göstermeliydin/baktırmalıydın!)
  (Dizindeki rahatsızlığı bir doktora göstermekte geç bile kaldın.)

* Her parents decided it was high time she started paying some rent.
  (Anne-babası artık onun da kiraya ortak olmasının zamanının gelmiş olduğuna/geldiğine karar verdiler.)

* It's high time that nurses were given better pay and conditions.
  (Hemşirelerin ücretlerinin ve çalışma koşullarının iyileştirilmesinin zamanı geldi.)
  (Hemşireler artık daha iyi ücretlerle ve koşullarda çalışmalıdırlar.)

* It's high time he got out of bed.
  (Artık kalkmasının/uyanmasının zamanı geldi.)
  (Artık kalksın bir zahmet beyefendi!)

* It's high time you mended this shelf.
  (Bu rafı artık tamir etmenin/onarmanın zamanı geldi.)
  (Artık şu rafı bir tamir et/onar ya!)

* It's high time you children were in bed!
  (Çocuklar yatma zamanınız geldi de geçiyor bile!)
  (Çocuklar siz hala yatmadınız mı/ayakta mısınız?)

* It's high time you got that car repaired.
  (Şu arabayı artık tamir ettirmenin zamanı geldi.)
  (Şu arabayı artık tamir ettir yahu!)

* It's high time we bought a new car.
  (Artık yeni bir araba almamızın zamanı geldi.)

* It's high time we left this place.
  (Buradan gitmemizin/Burayı terk etmemizin zamanı geldi.)
  (Buradan hemen gitmemiz lazım/gitmeliyiz.)

* It's high time you had a shave.
  (Sakal tıraşını geciktirmişsin.)
  (Sakalların kes beni diyor.)
  (Şu sakallarını kes yahu!)

* It is high time we gave him a warning.
  (Onu uyarmamızın artık vakti geldi.)
  (Artık onun bir kulağını çekmemiz lazım.)

* It's high time you began learning how to drive.
  (Artık araba kullanmayı/nasıl araba kullanılacağını öğrenmeye başlaman lazım.)

* You're becoming a nuisance. It's high time you left.
  (Artık can sıkmaya başladın. Gitsen iyi olur/Haydi sana güle güle.)

* It's high time we put an end to this plague.
  (Bu salgına bir son vermenin zamanı geldi.)
  (Bu salgına bir son vermeliyiz/vermemiz lazım.)

* It is high time they learned the seriousness of life!
  (Hayatın ciddiyetini/oyun olmadığını öğrenmelerinin zamanı geldi/öğrenmeleri lazım!)

* It's high time we left if we really want to be there on time.
  (Eğer oraya vaktinde varmak/orada vaktinde olmak istiyorsak şimdi çıkmamızın tam zamanı/hemen çıkmamız lazım.)

* We've been horsing around too much; it's high time we got down to brass tacks.
  (Çok fazla aylaklık ettik/boşa vakit geçirdik/harcadık, artık asıl konuya eğilmemizin zamanı geldi/eğilmeliyiz/sadede gelmeliyiz.)

* It’s high time you asked your boss for a promotion, you work so hard and deserve to be paid more!
  (Patronundan zam istemenin vakti geldi/zam istemelisin, çok sıkı/gayretli çalışıyorsun ve daha fazla ücreti hakediyorsun.)

* It's beginning to get dark. It's high time we got started on putting up the tent.
  (Hava kararmaya başladı. Çadırı kurmaya başlamanın zamanı geldi.)
  (Hava kararmaya başladı. Çok geç olmadan çadırı kurmaya başlamalıyız.)

* He's very selfish. It's high time he realised that he isn't the most important person in the world.
  (Çok bencil/egoist biri o. Dünyanın en önemli insanı olmadığını artık anlaması/fark etmesi/öğrenmesi lazım.)
  (Bencilin/Egoistin teki o. Bulunmaz hint kumaşı olmadığını artık anlaması/fark etmesi/öğrenmesi lazım.)

* Jack is a great talker. But it's high time he did something instead of just talking.
  (Jack çok iyi konuşuyor/bir konuşmacı/hatip. Ama artık sadece konuşmak yerine birşeyler yapmasının zamanı geldi.)

* It is high time that the ideal of success should be replaced by the ideal of service.
  (Artık başarı/başarılı olma idealinin yerini insanlığa hizmet etme almalıdır.)

* Children! It is 12 o’clock right now. It is high time you went to bed.
  (Çocuklar! Saat şuan 12. Şimdiye yatmış olmanız lazımdı.)
  (Çocuklar! Saat şuan 12. Siz daha hala yatmadınız mı/ayakta mısınız?)

* It's high time you started looking after your body. You're not a teenager any more, you know!
  (Vücuduna/Sağlığına bakmanın/dikkat etmenin zamanı geldi. Artık ergen değilsin, farkındasın/biliyorsun değil mi?)

* Tim's mum said it was high time he paid her money for rent because he's had a job for months.
  (Annesi Tim'in aylardır/uzun süredir çalıştığı/para kazandığı için artık kiraya ortak olmasının zamanının geldiğini/olması gerektiğini söyledi.)

* It's high time Mick got a real job. He's been wasting his time singing in that Rolling Stones band for too long.
  (Mick'in adam gibi bir iş bulmasının/işte çalışmasının zamanı geldi. Çok uzun zamandır şu Rolling Stones grubunda vaktini şarkı söyleyerek/müzik yaparak boşa harcıyor.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder