17 Haziran 2016 Cuma

İngilizce Deyimler ve İfadeler 106

get through to someone (1)


= to make someone understand you or listen to your advice
    to make someone understand or believe what you mean
    to make someone understand what you are trying to say
    to be clearly expressed to and understood by (someone)
    to make oneself understood by someone
    to communicate something to someone
    to become clear or understood
    used when there are difficulties in communication, like when you're talking to someone who speaks a different language

= bir şey anlatmak, anlatmak istediklerini anlatabilmek, anlaşılmak
    bir şeyi birinin kafasına sokmak
    sözünü/lafını dinletmek, lafını geçirmek
    anlamasını/kavramasını sağlamak, anlamasına yardımcı olmak
    meramını/derdini anlatabilmek
    ikna edebilmek, izah edebilmek
    konuşabilmek, iletişime geçmek, iletişim kurmak

get through to someone english ingilizce

* I can't get through to him that he must rest.
  (İstirahat etmesi/Dinlenmesi gerektiğini söylüyorum, laf anlatamıyorum.)
  (İstirahat etmen lazım/Dinlenmen lazım diyorum, beni/sözümü dinlemiyor.)

* I had trouble getting through to people in English.
  (İngilizce insanlarla anlaşmakta/iletişim kurmakta/insanlara derdimi anlatmakta sıkıntı yaşadım/zorlandım.)

* I have tried getting through to him, but he just won’t listen!
  (Ona anlatmaya/izah etmeye/Onunla konuşmaya çalıştım ama dinlemiyor ki!)

* What's it going to take to get through to you?
  (Beni anlaman/anlayabilmen için ne yapmam lazım/gerekiyor?)
  (İkna olman için ne yapmam gerekiyor/ne yapmamı istiyorsun?)

* I find it impossible to get through to her.
  (Ona bir şey anlatmak/Ona derdini/meramını anlatmak imkansız bir şey.)
  (Ona bir şey anlatmak deveye hendek atlatmaktan daha zor.)

* I tried explaining why I thought so, but I just couldn't get through to him.
  (Neden böyle düşündüğümü açıklamaya/izah etmeye çalıştım ama anlatamadım/ikna edemedim.)

* I explained it carefully, but I just couldn't get through to him.
  (Ona dikkatli bir şekilde/tane tane/özenle açıkladım/izah ettim ama anlatamadım.)

* I just can't get through to him that we need more staff.
  (Daha çok personele/elemana ihtiyacımız olduğunu ona anlatamıyorum/kabul ettiremiyorum.)

* Am I getting through to you?
  (Beni anlayabiliyor musun/Derdimi anlatabiliyor muyum?)

* The angry teacher spent hours trying to get through to his bored students.
  (Asabi öğretmen bezgin öğrencilerinin anlamalarını sağlamak için baya bir zaman harcadı/baya bir uğraştı.)

* I've talked to him many times, but I just can't seem to get through to him.
  (Onunla defalarca/bir çok defa konuştum ama bir türlü anlatamadım/ikna edemedim/o kadar anlattım anlamıyor.)

* Jhumki was determined to find a way to get through to these kids and making learning science fun.
  (Jhumki bu çocuklarla iletişim kurmanın bir yolunu bulup fen dersini eğlenceli hale getirmeyi kafasına/aklına koymuştu.)

* I need to get through to my son and make him see drugs are not the answer!
  (Oğlumla konuşup/iletişim kurup uyuşturucunun çözüm/çare olmadığını görmesini/anlamasını sağlamam lazım.)

* An old friend might well be able to get through to her and help her.
  (Eski bir dostu/arkadaşı belki onunla konuşup/iletişim kurup/onu ikna edip ona yardımcı olabilir.)

* We managed to get through to each other.
  (Kendimizi birbirimize anlatabilmeyi/Birbirimizi anlayabilmeyi/Birbirimizle iletişim kurabilmeyi başardık.)
  (Birbirimizle iletişim kurabilmenin yolunu bulduk.)

* I tried my best to get through to John.
  (John'un anlaması için/John'a anlatabilmek için elimden geleni yaptım/bütün yolları denedim.)

* I feel I'm not getting through to some of the kids in my class.
  (Sınıfımdaki bazı öğrencilerle iletişim kurmayı başaramıyorum gibi hissediyorum.)
  (Sınıfımdaki bazı öğrenciler dersi/anlattıklarımı anlamıyorlar gibime geliyor.)

* Am I getting through to you, or should I speak slower?
  (Beni anlıyor musun yoksa daha yavaş mı konuşmam lazım/konuşayım?)
  (Beni anlayabiliyor musun yoksa daha yavaş mı/tane tane mi anlatayım?)

* Deaf people sometimes find it hard to get through to strangers.
  (İşitme engelli insanlar bazen yabancılarla/tanımadıklarıyla iletişim kurmakta zorlanabilirler.)
  (Yabancılarla iletişime geçmek/iletişim kurmak işitme engelli kişilere bazen zor gelir.)

* The little boy could not get through to his housemother.
  (Küçük çocuk, kaldığı çocuk yuvasının yöneticisi kadına derdini/meramını anlatamadı.)
  (Küçük çocuk, kaldığı çocuk yuvasının yöneticisi kadınla sağlıklı bir iletişim kuramadı.)

* Our warnings finally got through to him.
  (Uyarılarımızı sonunda/nihayet anladı.)
  (Ona yaptığımız uyarılar sonunda işe yaradı/etkisini göstermeye başladı.)

* I need someone who can get through to him.
  (Onunla konuşabilecek/sağlıklı iletişim kurabilecek/Onunla konuşup ikna edebilecek birine ihtiyacım var.)

* I really love this new singer. What she was singing about really got through to me.
  (Bu yeni şarkıcıyı çok beğeniyorum. Şarkılarının sözleri/Şarkılarında anlattıkları beni damardan yakalıyor.)
  (Bu yeni şarkıcıya bayılıyorum. Şarkılarında anlattıkları tam beni anlatıyor/şarkılarının sözlerinde kendimi buluyorum.)

* After showing James the pie charts and diagrams, I was finally able to get through to him.
  (James pasta grafikler ve şemalarla gösterince/sununca sonunda/nihayet söylediklerini/anlattıklarını tam olarak anlayabildim.)

* Pictures can sometimes help you get through to people more effectively than writing can.
  (Bazen bir resimle insanlara meramınızı/derdinizi/anlatmak istediklerinizi bir yazıdan daha etkili bir şekilde anlatabilirsiniz.)
  (İnsanlara derdinizi/meramınızı anlatmanızda bir resim bazen bir yazıdan daha çok yardımcı olabilir.)

* I warned the children about the dangers of playing in the street, but I am afraid that I didn't get through.
  (Çocukları caddede/sokakta oyun oynamanın tehlikeli olduğu konusunda uyardım ama maalesef anlatamadım/onlara etki edemedim/sözümü dinletemedim.)

* The teacher hoped to get through to the students by relating the subject to popular music.
  (Öğretmen, öğrencilerinin konunun popüler müzikle bağlantısını/ilişkisini anladıklarını umdu.)

* Grounding and other bog-standard punishments didn't get through to his son at all.
  (Evden dışarı çıkartmama ve diğer bilindik/normal cezalar oğlunun yaptığı hatayı anlamasında hiç bir yardımı/faydası olmadı.)
  (Evden dışarı çıkmama ve diğer bilindik/normal cezaların onun oğlunda hiç bir etkisi olmadı/etki etmedi.)

* When the rich boy's father lost his money, it took a long time for the idea to get through to him that he'd have to work and support himself.
  (Zengin çocuğun babası servetini kaybedince, çalışıp geçimini sağlamak zorunda olduğu düşüncesini oğluna anlatabilmesi/izah edebilmesi/kabul ettirebilmesi baya bir zamanını aldı.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder