26 Şubat 2017 Pazar

Çeviri Çalışmaları 68

English Through Movies

Filmlerle İngilizce


47 Ronin-1

A: I'm not afraid of you. B: You should be. ------------- ----------- * to be afraid of someone/sth= ..dan korkmak, çekinmek - John is afraid of heights. (John yüksekten korkar/korkuyor. John'un yükseklik korkusu var.) * should= ..meli/malı, gereklilik, tavsiye ifade eden modal, iyi olur - You should be ashamed. (Utanmalısın. Utanman gerekir.) ------------- ----------- A: Senden korkmuyorum. B: Korkmalısın/Korksan iyi edersin.

Çeviri Çalışmaları 67

English Through Movies

Filmlerle İngilizce


Mean Girls-2


A: You know what? It's not my fault you're, like, in love with me or something!
B: What?
C: Oh, no she did not!
B: See? That is the thing with you Plastics.
   You think that everybody is in love with you, when actually, everybody hates you.
------------- -----------
* to know= bilmek
* You know what?= (= tell you what) söze başlamadan önce karşındaki kişinin dikkatini çekmek için kullanılan ifade.
  biliyor musun, bir şey söyleyeyim mi, bak ne diyeceğim, bak sana ne anlatacağım, sana bir şey diyeyim mi, ne oldu biliyor musun, ne var biliyor musun
- You know what? All this sad talk is making me want to cry. Let's talk about something else.
  (Bak ne diyeceğim, bütün bu üzücü konuşma/sohbet beni ağlamaklı hale getirdi. Başka bir şeyden bahsedelim. Başka şeylerden konuşalım.)

* fault= hata, suç, kabahat
* like= duraksama-düşünme ifadesi, şey, ımm, eee, nasıl desem
- I need to, like, borrow some money.
  (Şey/Nasıl desem, borç paraya ihtiyacım var.)
* to be in love with someone= aşık olmak, sevmek
- I am still in love with you.
  (Sana hala aşığım. Seni hala seviyorum.)

* or something= falan, onun gibi bir şey, ona benzer şey
- Are you stupid or something?
  (Aptal falan mısın/Aptal mısın nesin?)

* to see= görmek, anlamak, fark etmek
* see= işte, bak, gördün mü
* thing= şey, olay, özellik, sorun
* to think= düşünmek, sanmak, zannetmek
- We may finish sooner than you think.
  (Düşündüğünden/Sandığından daha kısa sürede bitirebiliriz.)

* everybody= herkes
* when= ..iken, ..dığında, ..dığı zaman
* actually= aslında, gerçekte, hakikatte
* to hate= nefret etmek, sevmemek, gıcık olmak, uyuz olmak
- I have got lots of reason to hate him.
  (Ondan nefret etmem için bir sürü sebebim var.)
------------- -----------
A: Bak ne diyeceğim/Biliyor musun? Bana aşık falan olman benim suçum değil.
B: Ne/Pardon/Anlamadım/Ne dedin ne dedin?
C: Hayır, o sana aşık değil.
B: İşte!/Gördün mü? Siz plastikler busunuz işte. Siz plastiklerin sorunu da bu zaten. Siz plastikler hep böylesiniz.
   Aslında herkes sizden nefret ederken, herkesin size aşık olduğunu sanıyorsunuz.
   (Herkesin size aşık olduğunu sanıyorsunuz. Oysa aslında herkes sizden nefret ediyor.)

25 Şubat 2017 Cumartesi

Çeviri Çalışmaları 66

English Through Movies / Filmlerle İngilizce

English Through Movies

Filmlerle İngilizce



- So if you're from Africa, why are you white?
- Oh, my God, Karen, you can't just ask people why they're white.
- Could you give us some privacy for, like, one second?
- Yeah, sure.
------------- -----------
* so= Cümleye/soruya başlarken kullanılır. "Eee, evet, söyle bakalım, şey, baksana" gibi manalara gelir.
* if= eğer, şayet, ise
* to be from somewhere= ..lı olmak, bir yerden gelmiş olmak, memleketi ... olmak
* why= neden, niye, niçin
* white= beyaz
* god= tanrı
* oh my god= Aman tanrım! şaşkınlık, hayret, sevinç vb duygu ifade eder
* can't= ..ememek, bir şeyi yapmak doğru olmamak, uygun olmamak
* you can't just do sth= bir kimseye tavsiye verirken ya da onu eleştirirken kullanılır.
- You can't just give up!
  (Öylece pes edemezsin/bırakamazsın/Öyle kolay pes etmek olmaz!)
* to ask= sormak
* could= izin, rica ifade eden modal
* to give= vermek
* privacy= mahremiyet, yalnızlık, gizlilik
* to give someone privacy= birini yalnız bırakmak, birine izin vermek, birini rahatsız etmemek
* like= mesela, gibi, falan
------------- -----------
- Eee, Afrikalıysan, niye beyazsın/Madem Afrikalısın, neden beyazsın? (senin zenci olman gerekmez mi, Afrikalı=zenci)
- Aman Tanrım/İnanmıyorum/Sen ne yapıyorsun, Karen, insanlara neden beyazsın diye soramazsın/sorulmaz./Bir kimseye neden beyazsın diye sorulur mu hiç!
- Bize biraz müsaade eder misin/Bizi biraz yalnız bırakabilir misin, bir saniye gibi/falan.
- Evet, tabi.

16 Şubat 2017 Perşembe

Çeviri Çalışmaları 65

English Through Movies

Filmlerle İngilizce


Donnie Brasco-1


- If you're a rat, then I'm the biggest fucking mutt in the history of the Mafia.
- Even if this thing is a Federal boat, Lefty, they scam all these other people.
  They didn't scam us.
  You know what I'm saying?
------------- -----------
* if= eğer, şayet, ise
* rat= fare, muhbir, hain, köstebek, kalleş
* then= o halde, öyleyse, o zaman,bu durumda
* big= büyük
* bigger= daha büyük
* biggest= en büyük
* fucking= lanet, kahrolası, ifadeyi pekiştirmek için kullanılır
* mutt= ahmak, mankafa, aptal, kafasız, saf
* even if= ..sa bile, ..sa dahi, velev ki
* thing= şey
* Federal= resmi, devlete ait
* boat= bot, tekne
* to scam= oyuna getirmek, dolandırmak, kandırmak
* to know= anlamak
* to say= demek, söylemek
------------- -----------
- Eğer sen köstebeksen/muhbirsen, o zaman mafya tarihinin en büyük aptalı benim.
- Velev ki o şey federal (FBI'a ait) bir tekne olsun, Lefty, diğerlerinin hepsini oyuna getirdiler.
  Bizi oyuna getiremediler/Biz onların oyununa gelmedik.
  Ne dediğimi/Demek istediğimi anlıyor musun?

Çeviri Çalışmaları 64

English Through Movies

Filmlerle İngilizce


Training Day-1


- So, where's the office? Back at division?
- You're in the office, baby.
  Going up.
------------- -----------
* so= söze başlama ifadesi, eee, peki, evet, pekala
* office= ofis, büro
* back= evvelki, geçenki
* division= şube, bölüm, daire
* to go up= yükselmek, yukarı kalkmak
------------- -----------
- Peki/Eee, ofis/ofisimiz nerede? Geçenki (geçen gittiğimiz) şubede mi/karakolda mı?
- Ofistesin/Ofisteyiz (zaten/ya), bebek/bebeğim.
- Kalkıyoruz/Havalanıyoruz.

15 Şubat 2017 Çarşamba

Çeviri Çalışmaları 63

English Through Movies

Filmlerle İngilizce


The Wolf of Wall Street-1


- When I have to face my problems,
  I show up in the back of a limo,
  wearing a $2,000 suit
  and a $40,000 gold fucking watch!
  Well, boys! Duke it out! Hit him! Hit him!
- Get the fuck off me!
------------- -----------
* when= ..dığı zaman, ..dığında
* have to= zorunda olmak, gerekmek
* to face a problem= sorunla/problemle/sıkıntıyla karşılaşmak, sorun/problem/sıkıntı yaşamak
- We are facing problems producing the bread.
  (Ekmek üretiminde sorunlar yaşıyoruz.)
* to show up= görünmek, ortaya çıkmak, boy göstermek, karşısına çıkmak, karşısına dikilmek
- He shows up in my kitchen, hits on my daughter.
  (Mutfağımda karşıma dikilip/çıkıp kızıma asılıyor/kur yapıyor.)
* back= arka
* limo= (= limousine) limuzin araba
* to wear= giymek
- Jeny rarely wears dresses.
  (Jeny nadiren elbise giyer/giyinir.)
* suit= takım elbise
* gold= altın
* fucking= lanet, kahrolası (ifadeyi pekiştirmek için)
* watch= saat
* well= pekala
* boy= çocuk
* to duke it out= (yumruk yumruğa) kavga etmek, birbirini yemek, rekabet etmek, kozlarını paylaşmak
- Candidates are still duking it out in state primaries, with no one the clear winner yet.
  (Adaylar henüz kazananın belli olmadığı eyalet ön seçimlerinde kıyasıya rekabet ediyorlar.)
* to hit= vurmak, dövmek
- Why did you hit him?
  (Neden ona vurdun/onu dövdün?)
* to get off someone= üstünden/üzerinden çekilmek/kalkmak, üzerinden ellerini çekmek, bırakmak, uzak durmak, başından gitmek
* the fuck= lan
------------- -----------
- Bir sorunla yüz yüze gelmem gerektiğinde/karşılaştığım zaman,
  üzerimde iki bin dolarlık bir takım elbise ve kırk bin dolarlık altın saatle
  bir limuzinin arka koltuğunda boy gösteriyorum/oturuyor oluyorum-o sorunun- karşısına dikiliyorum.
  Pekala/Haydi bakalım çocuklar! Rekabet edin/Yiyin birbirinizi! Vurun ona! Vurun ona!
- Çekilin lan üzerimden.

10 Şubat 2017 Cuma

Çeviri Çalışmaları 62

English Through Movies

Filmlerle İngilizce


Dodgeball-1


- Nobody makes me bleed my own blood. Nobody.
------------- -----------
* nobody= hiç kimse
* to make someone bleed= kanatmak
- The technician cut my finger and made me bleed during the manicure.
  (Manikür esnasında teknisyen parmağımı kesip kanımın akmasına neden oldu.)

* own= kendi
* blood= kan
------------- -----------
- Hiç kimse benim kanımı akıtamaz. Hiç kimse.

9 Şubat 2017 Perşembe

Çeviri Çalışmaları 61

English Through Movies

Filmlerle İngilizce


No Country for Old Men-1


- You know what date is on this coin?
- No.
- 1958. It's been traveling 22 years to get here.
  And now it's here.
  And it's either heads or tails.
  And you have to say. Call it.
------------- -----------
* to know= bilmek
* date= tarih, zaman, yıl
* coin= bozuk para, madeni para
* to travel= seyahat etmek, yolculuk etmek, dolaşmak
* year= sene, yıl
* to get somewhere= bir yere varmak, gelmek, ulaşmak
* and now= şimdi
* either ... or ...= ya ... ya da ...
* heads= tura, madeni paranın resimli yüzü
* tails= yazı, madeni paranın resimsiz yüzü
* heads or tails= yazı tura
* have to= zorunda olmak, mecbur olmak, gerekmek
* to say= söylemek
* to call= ne olacağını söylemek, tahmin etmek, tahminde bulunmak
- The situation in the East is hard to call.
  (Doğudaki durumu tahmin etmek kolay değil/Doğuda neler olacağını söylemek zor/güç.)
------------- -----------
- Bu madeni paranın üzerindeki tarih ne/tarihi biliyor musun?
- Hayır.
- 1958. Buraya gelmek için/gelene kadar 22 sene dolaşıp durdu.
  Şimdi de burada.
  Ya yazı ya tura/Yazı mı tura mı?
  Söylemen gerek. Tahmin et/Söyle.

8 Şubat 2017 Çarşamba

Çeviri Çalışmaları 60

English Through Movies

Filmlerle İngilizce


The Chronicles of Narnia: The Lion, the Witch and the Wardrobe-1


- Merry Christmas, Sir!
- It certainly is, Lucy, since you have arrived.
- Look, I’ve put up with a lot since we got here. But this…
- We thought you were the Witch.
- Yes, yes, sorry about that.
  But, in my defence, I have been driving one of these longer than the Witch.
- I thought there was no Christmas in Narnia.
- No, for a long time. But the hope you have brought, your Majesties, is finally starting to weaken the Witch’s power.
  Still, I dare say you could do with these!
------------- -----------
* merry= mutlu, neşeli, keyifli
* Christmas= noel, İsa Peygamber'in doğumunun kutlandığı Hrıstiyan bayramı
* sir= efendi, beyfendi, bey, bay
* certainly= kesinlikle, kuşkusuz
* since= çünkü, ..dığı için, ..dığına göre, ..den dolayı, mademki
- Since it was Sunday, he stayed in bed an extra hour.
  (Günlerden pazar olduğu için yatakta bir saat fazla kaldı/bir saat daha fazla uyudu.)

* to arrive= varmak, ulaşmak, gelmek
- I finally arrived home at five in the morning.
  (Nihayet eve sabah beşte vardım/ulaştım.)

* look= bak, bakın, dinle
* to put up with= dayanmak, katlanmak, tahammül etmek, müsamaha göstermek, kahrını çekmek, sabretmek, sineye çekmek
- He's so moody - I don't know why she puts up with him.
  (Çok kıl/huysuz biri, onun kahrını neden çekiyor/ona niye katlanıyor, anlamıyorum.)

* a lot= bir çok şey, bir sürü şey, pek çok şey
* since= ..den beri, ..den bu yana
- He has written once since he left.
  (Gittiğinden beri bir kere yazdı.)

* to get somewhere= bir yere varmak, gelmek
* to think= sanmak, zannetmek, diye düşünmek
- He thought I didn't know he was in there.
  (Onun orada olduğunu bilmediğimi sanıyordu.)

* witch= cadı
* sorry about that= kusura bakma, bunun için üzgünüm
* defence (defense)= savunma, müdafaa
* in my defence= açıklayayım, açıklamam gerekirse
- Yes, I kept your favourite book. In my defence, I had no way of contacting you to return it.
  (Evet, en sevdiğin kitabın bende kaldı. Açıklayayım, sana geri vermek için fırsatım olmadı.)

* to drive= sürmek, taşıt kullanmak
* longer= daha uzun süre
* than= ..den/dan
* for a long time= uzun süredir, uzun zamandan beri, çoktandır, bayadır, epeydir
* hope= umut, ümit
* to bring= getirmek
- John brought us gifts.
  (John bize hediyeler/armağanlar getirdi.)

* majesty= majeste, kral veya eşine verilen unvan
* your majesties= majesteleri
* finally= sonunda, nihayet
* to start to do sth= yapmaya başlamak
- Pretty soon, things are going to start to get back to normal.
  (Çok yakında her şey normale dönmeye başlayacak.)

* to weaken= zayıflatmak, azaltmak, düşürmek
- Time, which strengthens friendship, weakens love.
  (Dostluğu güçlendiren/pekiştiren zaman aşkı zayıflatır.)

* power= güç
* still= yine de, buna rağmen, bununla birlikte
- I hadn’t seen him for 25 years. Still, I recognized him immediately when I saw him.
  (Onu 25 yıldır görmemiştim/Onu görmeyeli 25 yıl olmuştu. Yine de/Buna rağmen gördüğümde onu hemen tanıdım.)

* I dare say= söyleyebilirim, zannedersem, sanırım, diyebilirim ki, belki, bana kalırsa, bence, bana göre
- I dare say you know about it already.
  (Sanırım konuyu zaten biliyorsun/konudan zaten haberin var.)

* could do with= ..ya ihtiyacı olmak, işine yaramak, ..sa/ise iyi olur
- I could do with another $5000 a year.
  (Yılda 5000 dolar daha alsam/kazansam iyi olur/fena olmaz.)
------------- -----------
- Mutlu noeller efendim!
- Noel kesinlikle/eminim mutlu/güzel geçecek Lucy, çünkü sen geldin/buradasın.
- Bak, buraya geldiğimizden beri bir sürü şeye tahammül ediyorum ama bu ...
- Senin cadı olduğunu sanıyorduk/Seni cadı zannettik.
- Evet, bu konuda kusuruma bakmayın/bunun için üzgünüm.
  Ama açıklayayım, bunlardan birini/böyle bir arabayı cadıdan daha uzun süredir kullanıyorum.
- Ben Narnia'da noel olmadığını sanıyordum.
- Uzun zamandır yok. Ama sizin getirdiğiniz umut, majesteleri, sonunda cadının gücünü azaltmaya başladı.
  Yine de/Buna rağmen, bence bunlara ihtiyacınız var!