Tom : As a matter of fact, yes I have. He came round the other day asking if he could borrow some sugar.
Harry: Really? What's he like?
Tom : Well, he comes across as being a little eccentric, but is in fact quite pleasant.
Harry: I heard he came into a fortune.
Tom : Yes, that's right. His mother came down with pneumonia shortly after coming back from a holiday in India. Unfortunately, she died. She was 84! He was an only son.
Harry: I heard he has come up with the idea of renovating the ruined castle. That is wonderful!
English Turkish Translating İngilizce Türkçe çeviri çalışması |
------------------- ----------------
Harry: Tom, have you met your new neighbour yet?
to meet= tanışmak, karşılaşmak
* Have we met? You look familiar.
(Tanışmış mıydık/Daha önce karşılaşmış mıydık? Tanıdık geliyorsun/Yabancı gelmiyorsun.)
neighbour= komşu
yet= henüz, daha
* Did you talk to your mom yet?
(Annenle daha konuşmadın mı?)
(Tom, yeni komşunla daha tanışmadın mı?)
Tom : As a matter of fact, yes I have. He came round the other day asking if he could borrow some sugar.
as a matter of fact= doğrusu, doğrusunu istersen, aslına bakarsan/bakılırsa
to come round/around= uğramak, ziyaret etmek, ziyarete gelmek
* He comes round once a week.
(Haftada bir uğrar/ziyarete gelir.)
to come round/around phrasal verb hakkında ayrıntılı bilgi için tıklayınız
the other day= geçen gün, geçenlerde
to ask if= ..ıp ..mayacağını/.. mı diye sormak
* A: How much is this?
(Bunun/Bu elbisenin fiyatı ne/ne kadar/bu kaç para?)
B: I don't think this will fit you.
(Onun/O elbisenin size olacağını/uyacağını sanmam.)
A: Well, I didn't ask if it would fit, I asked how much it was.
(-bana- olup olmayacağını/olur mu diye sormadım, fiyatını sordum/kaç para diye sordum.)
to borrow= ödünç almak
* I had to borrow a pen from the invigilator to do the exam.
(Sınav sorularını yapabilmek için gözetmenden ödünç/kullanıp geri vermek üzere bir kalem almak zorunda kaldım.)
(Aslına bakılırsa evet tanıştım/tanıştık. Geçen gün biraz şeker alabilir miyim diye sormak için evime/bana uğradı/geldi.)
Harry: Really? What's he like?
to be like someone= birine benzemek
* She's not at all like her sister.
(Kız kardeşine hiç benzemiyor/Kız kardeşinden bambaşka biri/Kızkardeşiyle alakası yok.)
(Öyle mi/Hadi ya? Nasıl birisi/Nasıl birine benziyor?)
Tom : Well, he comes across as being a little eccentric, but is in fact quite pleasant.
to come across= izlenimi yaratmak/bırakmak, gibi gelmek/görünmek
* She comes across as a very cold person.
(Çok soğuk biri gibi duruyor/gözüküyor/biriymiş izlenimi uyandırıyor.)
to come across phrasal verb hakkında ayrıntılı bilgi için tıklayınız
eccentric= garip/tuhaf bir kişi, aykırı, antika, kaçık
in fact= aslında, doğrusu, oysa
quite= oldukça
pleasant= hoş, sevimli, cana yakın
(Biraz tuhaf/garip biriymiş gibi duruyor ama aslında oldukça cana yakın/sevimli biri.)
Harry: I heard he came into a fortune.
to hear= duymak, işitmek, haber almak, öğrenmek
* I'll let you know if I hear anything.
(Bir şey duyarsam/öğrenirsem sana haber veririm/bildiririm.)
to come into= mirasa konmak, miras olarak almak
* She came into a bit of money when her grandfather died.
(Dedesi ölünce/öldüğünde ona bir miktar para miras kaldı.)
to come into phrasal verb hakkında ayrıntılı bilgi için tıklayınız
to come into a fortune= miras kalmak, mirasa konmak
(Ona miras kalmış/Mirasa konmuş diye duydum.)
Tom : Yes, that's right. His mother came down with pneumonia shortly after coming back from a holiday in India. Unfortunately, she died. She was 84! He was an only son.
that's right= doğru, aynen öyle
mother= anne
to come down with= hastalanmak, hastalığa/hastalığına yakalanmak/tutulmak, hastalığı nedeniyle yatağa düşmek
* I think I'm coming down with a cold.
(Galiba nezle oluyorum/nezleye yakalanıyorum.)
to come down with phrasal verb hakkında ayrıntılı bilgi için tıklayınız
pneumonia= zatürre
shortly after= ..den kısa bir süre sonra, hemen sonra/ardından/akabinde
* He left shortly after you did.
(Senden hemen sonra/Senin hemen ardından o da çıktı/ayrıldı.)
to come back from= ..den geri gelmek, dönmek
holiday= tatil
unfortunately= maalesef, ne yazık ki
to die= ölmek
* She came into a bit of money when her grandfather died.
(Dedesi ölünce/öldüğünde ona bir miktar para miras olarak kaldı.)
only= tek
son= erkek çocuk/evlat
(Evet, doğru. Annesi Hindistan tatilinden döndükten kısa bir süre sonra zatürreye yakalanmış. Maalesef ölmüş. 84 yaşındaymış. Tek çocuğuymuş o da.)
Harry: I heard he has come up with the idea of renovating the ruined castle. That is wonderful!
to come up with= (fikir vb) bulmak, üretmek, ortaya atmak, öne sürmek, önermek
* You won't come up with good ideas until you think outside the box.
(Farklı açılardan bakmadıkça/Alışılmışın dışına çıkmadıkça iyi fikirler bulamazsınız.)
renovating= yenileme, restorasyon, onarım
ruined= harabe, yıkık, viran
castle= kale
wonderful= harika, çok güzel
(Harabe kalenin onarılmasını/yenilenmesini önermiş/onarımı fikrini/düşüncesini ortaya atmış diye duydum. Bu harika bir şey.)